15 Ocak 2017

İmana gelmişlerin cemaati...

TOPLUM Gazetesi, Ocak 2017
AHMET ARPAD

Güzel bir mezarlık. Bakımlı. Her yerde çiçekler. Pek çeşitli değil, aynı cinsten. Beyaz ve kırmızı begonyalar süslüyor mezarları. Mezar taşları da tekdüze. Alçak, gri ya da kara taştan. Hepsi de eğik, arkaya doğru. Üzerlerindeki yazılar göky üzüne bakıyor. Arkada bir köşede, duvara yakın, Johannes Hesse ile kızı Marulla'nın, az ötede büyük kızı Adele ile eşinin mezarları. Hermann Hesse' nin babası ile kız kardeşleri... Yanımdaki tanışla büyük demir kapıdan çıkıyoruz. Stuttgart'ın banliyösü Korntal ilginç bir yer. Günlerden pazar, saat on bire geliyor. Sokaklar bomboş. Bay Wilhelm uzun yıllar Korntal lisesinin müdürlüğünü yapmış. İlginç şeyler anlatıyor. "Burada yaşayanların çoğu Din Kardeşleri Cemaati üyesidir" diye konuşuyor. "Bu cemaati 1819 yılında Protestan kilisesinden ayrılan Gottlieb Hoffmann kurmuş. Kendisine inanan 70 aileyle Korntal'da 300 hektar araziyi ortak satın alıp yerleşmiş." Giderek güçlenen bu cemaatin insanları İsa' nın ve onun dininin buyruklarına uygun yaşayan Piyetistler. "Kimi dinbilimcilerine göre Katolikler için Roma neyse, Piyetistler için de Korntal odur" diye tanış devam ediyor.

Az sonra büyük bir alana çıkıyoruz. İki yapı hemen dikkati çekiyor. Eski ve heybetli. Bay Wilhelm'in söylediğine göre sağdaki dua salonları, soldakini de toplantılar için kullanıyorlar. İçinde büyük bir lokanta ile otel odaları var. "Biraz sonra duadan çıkarlar" diyor. "Gel seninle lokantayla oteli gezelim." İçeri giriyoruz. Her yer bir tuhaf. Mobilyalar, duvarlardaki resimler, perdeler, dolaşan insanların giyimleri. Sanki zaman burada 40 yıl önce durmuş. Her şey konserve olmuş. Tanış içimin sıkıldığını fark ediyor. "Haydi gel, gidelim," diyor. Dışarıda rahat bir nefes alıyorum. Az sonra büyük dua salonunun kapıları açılıyor. İnsanlar akın akın çıkıyor alana. Suskun ve dudaklarında mutlu bir gülümseme var hepsinin. Uzaktan görünümleri tekdüze. Çoğu orta yaşın üstünde. Giyimleri pastel renklerde, pahalı değil, kadınlar ya etek-ceket ya da etek-bluz giymiş. Pantolonlusu göze çarpmıyor. Nedenini soruyorum bay Wilhelm'e. "Piyetistler böyle giyinir" diye konuşuyor. "Okula gönderdikleri kızları da etek ve uzun çoraplar giyer." Duadan çıkanlar, öğle yemeğinde bir araya gelmeden önce alanda gruplar oluşturup aralarında sohbete dalıyorlar. Ben bu arada tanışa yönelttiğim soruları arttırıyorum. O da sabırla anlatıyor: "Aralarına her önüne gelen Hıristiyanı almıyorlar. Zihniyet değişimi geçirmiş, kutsal ruhun değiştirdiği, yeniden doğuşu yaşamış, yepyeni bir insan olmuş kişiler bu cemaate üye kabul ediliyor..."

Günlük yaşamlarını İsa'nın buyruklarına göre düzenleyen Din Kardeşleri cemaatine göre sözde Hıristiyanlar imana gelmişlerden sayılmıyor! Sokakta pek göze batmayan, silik görünümlü insanlar cemaat üyeleri. Ancak meslekleri gereği toplumda etki alanları geniş. Çoğu işveren, avukat, doktor, mimar. Tümü de varlıklı. Kadın sözünün pek geçmediği cemaatin sahip olduğu mal-mülke herkes ortak. Korntal ve çevresinde büyük araziler onların. Aileler çok çocuklu. Hindistan'da uzun yıllar misyonerlik yapmış olan baba Hesse'nin yattığı mezarlık bu cemaatin. Ölüler beyaz tabutlarda gömülüyor. "Kurucuları Hoffmann'ın oğlu Christoph' un 19. yüzyılın ortalarında Templer kolonisini kurduğu İsrail'le araları hep iyi" diye anlatıyor tanış büyük alandan ayrılıp, otomobili park ettiğimiz arka sokağa doğru yürürken. "Başka ülkelerde de şubeleri var. Kuzey İtalya'da, Kanada'da, Afganistan'da, Kamerun'da, Güney Almanya'da..." Sayısız misyonerlik kuruluşu ile ortak çalışıyorlar. Bunlardan biri de bundan10 yıl önce İstanbul'a din kitapları sergileyen gemiyi yollayan, Türkiye'de misyonerlik çalışmaları yaptığı bilinen Operation Mobilisation!

3 Ocak 2017

Yazarımız Ahmet Arpad'a Talat Halman Çeviri Ödülü

Toplum Gazetesi, Ocak 2017

1968 yılından bu yana Almanya'da yaşayan çevirmen Ahmet Arpad, orta ve lise öğrenimini Alman ve Avusturya okullarında tamamladı. İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde üniversite eğitimi aldığı esnada babası kıymetli çevirmen ve gazeteci Burhan Arpad'ın da desteğiyle kitap çevirileri yapmaya başladı. İlk kez Heinrich Böll'ün Palyaço romanının çevirisiyle edebiyat dünyasına giren Arpad, bugüne kadar Hermann Hesse'den Anna Seghers'e, Pablo Neruda'dan Thomas Bernhard'a, Harry Mulisch'ten Stefan Zweig'a ve Robert Musil'e kadar eserlerinde ‘hümanizmin' öne çıktığı pek çok yazarın eserlerini Almancadan Türkçeye çevirdi. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından geçtiğimiz yıl verilmeye başlanan Talât Sait Halman Çeviri Ödülü'nün bu yılki sahibi Ahmet Arpad oldu. Anna Seghers'in Everest Yayınları'ndan çıkan Transit romanının çevirisiyle bu ödüle değer görülen Arpad'la yaptığımız görüşmede çeviri tecrübelerini, Türkiye'deki yayın piyasasını, babasıyla çeviri özelindeki ilişkilerini, çeviri uğraşının zorluklarını konuştuk. Cansu Canseven sordu, Arpad yanıtladı.

Soru: Talât Sait Halman Çeviri Ödülü, ilk ödülünüz değil. 2012 yılında Almanya Federal Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, Goethe Enstitüsü, Robert Bosch Vakfı ve S. Fischer Vakfı tarafından ortaklaşa verilen Tarabya Çeviri Ödülü'ne de layık görülmüştünüz. Hem Talât Sait Halman Çeviri Ödülü özelinde hem de genel olarak "çevirmen ödülleri” konusunda neler düşünüyorsunuz?

Ahmet Arpad: "… Bunlar ikisi birbirinden farklı ödüller tabii. Tarabya Ödülü bundan dört sene önce benim genel çeviri çalışmalarıma verilen ödüldü. Hem Alman hem Türk hükümeti bu ödüle katkıda bulundu. Talât Sait Halman Çeviri Ödülü de tek bir çeviriye verilen bir ödül. Halman Bey'i ben uzaktan da olsa tanırdım. Çok değer verdiğim bir kişiydi. Her iki ödülü de çok değerli buluyorum, bilhassa Türkiye'de çevirmenlere ödül verilmesini çok önemli bir konu olarak görüyorum. Çevirmenler onlarca yıl zorluk içinde çalışmış kimseler, fakat benim son kırk yıllık gözlemlerime dayanarak söylüyorum ki yayıncılar bu konuya ağırlık vermiyorlar, çevirmenlerin üzerinde pek durmuyorlar. Hiçbir zaman çevirmenlerin bu çalışmaları değerlendirilmedi. Belki bu ödülle birlikte ileriye doğru güzel bir geçiş olur. Umuyorum bu iyi ve kalıcı bir girişim olur. Çevirmenlere ve çeviriye değer verilmesini çok önemsiyorum."

Soru: Bu sayede çevirmenin biraz olsun görünür olması da sağlanıyor, öyle değil mi?

Ahmet Arpad: "…Çevirmen en az yazar kadar değerli bir kişi. Bir köprü durumundadır. Çevirmen olmadığı zaman hiçbir kültür, diğer bir kültürü tanıyamaz. İngiliz, Alman ya da Fransız kültürünü Türkiye'deki okura tanıtan, ona bütün kapıları açan çevirmendir. Ben hatta bir zamanlar Orhan Pamuk'a Nobel Edebiyat Ödülü verildiğinde çevirmenine de ödül verilmesi gerektiğini söylemiştim."

Soru: Anna Seghers'in Transit romanının çevirisiyle bu ödüle değer görüldünüz. Adını bilmediğimiz bir anlatıcının gözünden, intihar etmiş bir yazarın hikâyesi üzerinden mültecilik, sürgün, kaçış gibi güncel konulara da değinen bu romandan bahseder misiniz?

Ahmet Arpad: "Değişik bir anlatımı var romanın, beni ilk çeken o oldu. Yazarın daha önceki Karar ve Güven adlı romanlarını da çevirmiştim, Transit'i bana çevirmem için teklif ettiklerinde severek kabul ettim. Günümüzdeki mültecilerin de yaşadığı sorunlarını işliyor. Yazar da bir zamanlar mülteci olarak Meksika'ya kaçmıştı. Bu romanda değişik bir anlatım kullanıyor."

Soru: Heinrich Böll'den Thomas Bernhard'a, Stefan Zweig'tan Hermann Hesse'ye, Pablo Neruda'ya kadar pek çok önemli yazarın eserlerini Türkçeye kazandırdınız.  Bu eserler arasında öykü, roman ve tiyatro gibi farklı edebî türler de bulunuyor. Çeviri süreçlerinizi düşündüğünüzde türler arasında bir ayrım yapabilir misiniz?

Ahmet Arpad: "Ben çok yönlü çeviri yaptım. İsmini saydığınız yazarların her biri birbirinden çok farklıdır  fakat bunların çok önemli bir ortak yanı var. Çevirdiğim bütün yazarlar insancıl yazarlar.  İnsan seven yazarlar onlar. Gerek Zweig'ta gerekse Seghers'te bunu görmek mümkün. Hepsi halkın, çoğunluğun amaçlarını ve hedeflerini anlatıyor. Savaş karşıtı, sosyal görüşlü, toplumcu yazarlar. Bu nedenle  bir metni çevirmeye karar verirken buna çok önem veriyorum."

Soru: Peki, babanızla çevirilerle ilgili ne tür sohbetleriniz olurdu? Size yol gösterir miydi çevirilerde?

Ahmet Arpad: "İstanbul Üniversitesi'nin Alman Dili ve Edebiyatı bölümüne gittiğim yılarda bana çeviri yapma önerisini getiren babam olmuştur. Yaptığım ilk çeviri de Heinrich Böll'ün Palyaço'suydu. Ben zaten bu çeviriyle piyasaya girdim. Babam beni hep manen desteklemiştir, hiçbir zaman yaptığım çevirileri okuyup da "Şunu şöyle yap” dememiştir. Beni o konuda serbest bırakmıştır. Metni çevirmeden önce ya da çevirdikten sonra üzerinde konuşurduk fakat hiçbir zaman çevirime karışmamıştır. Anlatımımla, metinle ilgili bir şey söylemezdi. Beni dolayısıyla öneren, piyasaya sokan babam olmuştur."

Soru: Zamanında Türkiye'den Almanya'ya göç etmiş pek çok insanın olduğunu, Almanya'da Türkiyeli pek çok insanın yaşadığını düşündüğümüzde, Almancadan Türkçeye çeviri yapabilecek çevirmen bulmanın kolay olacağına dair bir algı var toplumda. Fakat yayınevleri bu konuda hâlâ sorun yaşıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Ahmet Arpad: "Almanya'da yaşayan Türklerin kolay çeviri yapmalarını beklemek pek mümkün değil, çünkü Almanya'da büyüyen, yetişen nesil her iki dili de yarı yarıya konuşuyor diyebiliriz. Hatta büyük bir çoğunluğu Almancayı Türkçeden daha iyi konuşur. O yüzden Almanya'da büyüyen, Almancayı iyi bilen birinin Türkçeye çeviri yapmasını biraz zor görüyorum."

Soru: Aslında bu durum çevirinin, dil bilmenin de ötesinde bir yetkinlik gerektirdiğini de göstermez mi?

Ahmet Arpad: "Tabii, bir temel kültür gerekir öncelikle. Yazarı iyi tanımak gerekiyor, o kişinin edebiyata yakın olması lazım. Çevirmenin ayrıca bir anlatımının,  kendisine ait bir sesi olmalı."

Soru: Peki, siz uzun yıllardır Almanya'da yaşıyorsunuz. Bunun çevirilerinize katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?

Ahmet Arpad: "Ben Almanya'da yaşayarak Almanca edebiyatı Türkçeye kazandırmış olmayı kendi açımdan çok olumlu buluyorum. Alman kültürünü orada yaşayarak daha iyi tanıyorum, bir de bende babadan gelen bir birikim var sanıyorum, çevirirken kolay anlıyorum yazarın söylemek istediklerini.  Açık söyleyeyim, eğer Türkiye'de yaşasaydım bu kadar kolay çeviremezdim. Almanya'da Almancayı günlük hayatta kullanıyorum, gazete okumaktan televizyon seyretmeye kadar. Orada benim bir Türk çevrem de var, Türkçemi de kullanıyorum.  Aynı zamanda otuz yıldır Cumhuriyet'e yazı da yazıyorum. Bunun verdiği bir altyapı var."

Soru: Çevirmenlerin ötelendiğinden, kitap tanıtımlarında adının bahsedilmemesinden yakınır dururuz ancak sizin de bir söyleşinizde bahsettiğiniz gibi bu durum ünlü çevirmenler söz konusu olduğunda böyle seyretmiyor. Neden ‘az tanınır' çevirmenler ikincil konumda kalıyor peki?

Ahmet Arpad:  "Bu durum hâlâ ne yazık ki bazı küçük yayınevleri tarafından uygulanıyor. Kitabın ön ya da arka kapağında çevirmenin adını yazmayan yayınevleri var… Kitap tanıtımlarında da çevirmenden söz edilmemesi üzücü. İyi bir şey değil bu. Doğan Hızlan da ara sıra bu konuya değiniyor."

Soru: Çevirilerinize yaklaşımınızı da merak ediyorum. Sadece yazarın metnini Türkçeye aktaran bir görünmez çevirmen olmayı mı yoksa çevirdiği metnin kendi başına bir metin olduğunu kabul ederek kendi sesinizi de hissettirmeyi mi uygun görüyorsunuz?

Ahmet Arpad: "Tabii çevirmen sınırsız özgür çalışamaz, yazara bağlı kalmak zorundadır. Fakat metne ya da yazara ya da yazarın Almancasına yüzde yüz bağlı kalmak da hatalı bir yaklaşım olur. Çevirmenin kendine göre bir özgürlüğü olması lazım.   Bu önemlidir, yazara yüzde yüz bağlı kalırsak o çeviri okunmaz. Mümkün olduğu kadar, az da olsa bir özgürlük gerekiyor."

Soru: Çevirmen olmak isteyen, edebiyat çevirisi yapmak isteyen gençlere öneride bulunmanızı istesem, neler söylersiniz?

Ahmet Arpad: "Hem Almancayı ya da İngilizceyi, hangi dil olacaksa, hem de Türkçeyi çok iyi bilmeleri lazım.  Sadece dil bilmek, çevirmek değildir. Edebî bir eser çevirmesi için çevirmenin genel kültürü olması lazım,  çevirdiği dilin kültürünü, ülkesini tanıması lazım. O bakımdan kendimi şanslı görüyorum…  Eğer yazarla ve metinle  bir yakınlaşma, düşünüş olmazsa hiç çeviri yapmayın daha iyi. Yaparsınız birkaç çeviri, sonrasında kimse okumaz, üzülürsünüz.  İyi Almanca ya da iyi İngilizce bilmek, iyi çevirmen olmak için yeterli değildir."