1 Ağustos 2016

Fethullahçılar Almanya'da Güle Oynaya...

TOPLUM, Ağustos 2016

İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) verilerine göre harcamalarının sadece yüzde 10'unu eğitime ayıran Almanya, Batı ülkeleri arasında sonlarda! Eğitimde bir "fakirlik belgesi" bu! Almanya Öğretmenler Birliği Ağustos 2015'de şu panik yaratıcı açıklamayı yapmıştı:

"Ülkede 30 bin öğretmen açığı var, okullarda her hafta 1 milyon saat ders boş geçiyor..." Daha 2008 yılında zamanın Cumhurbaşkanı Horst Köhler, Berlin'de çoğunlukla yabancı çocukların devam ettiği Kepler okulunda yaptığı konuşmayla politikacıları suçlamıştı: "Almanya'daki eğitim utanç verici... İnsanların yeterli eğitim almadığı ülkelerde demokrasi işlemez... Eğitim sistemimizin yetersiz olduğu Pisa araştırması ile kanıtlanmıştır. Devlet düzenimizin gelecekte de güçlü olması ancak eğitim sistemimizin düzelmesi ile mümkündür..."

Cumhurbaşkanı Köhler konuşmasını Kennedy'nin: "Dünyada eğitimden pahalı tek şey eğitimsizliktir!" sözleri ile bitirmişti. Yetersiz eğitim bütün eyaletlere yayılırken öğretmen açığı son 30 yılın en doruk noktasında. Almanya'nın gelecekte de endüstri ülkesi olarak varlığı tehlikede. Zenginle yoksul arasındaki mesafenin giderek büyüdüğü ülkede en büyük zararı, aralarında bizim insanlarımızın da bulunduğu, fakirleşen sınıfın çocuk ve gençleri görüyor.

Kısa sürede iyice palazlandılar
İşte bu durumdan Alman yasalarındaki boşlukları çok iyi bilen, çoğu öğrenci, akademisyen, işadamı olan Hocaefendiciler yararlandı. Bundan yirmi yıl önce ülkenin üzerine serpiştirdikleri tohumlar kısa sürede yeşerdi. Almanya gibi liberal bir ülkede kök salmasalar şaşardı insan. Fethullah Gülen'in çekirdek kadrosundan sayılan Halil Şimşek hocanın 1990'ların ortasında Türkiye'den gönderilmesiyle önce Stuttgart'ta, ardından da Ruhr Havzası'nda ve Berlin'de organize oldular. Halil Hoca'yı Nurettin Veren'in tanıması, rahmetli Necip Hablemitoğlu'nun "Fethullah Gülen Raporu"nda onun adını vermesi hiç umurlarında olmadı. Onun sayesinde Stuttgart'tan sonra Berlin'de, Münih'te, Köln'de, Dortmund'da, Pforzheim'da, Paderborn'da, Hannover'de, Nürtingen'de, Geislingen'de ve Augsburg'da da iyice palazlandılar.

Alman okullarında başarısız olan Türk çocuklarını kısa sürede kendilerine çektiler, toplumun itelediği bu göçmen çocuklarına sahip çıktılar(!). Her renkten Alman politikacıyı kısa sürede "zararsız Müslüman" ve "girişken genç iş adamları" olduklarına inandırdılar. Böylece emin adımlarla ilerlediler, bugünkü güçlü konumlarına ulaştılar. Tabii onları eleştirenler de olmadı değil. Kimi kentlerdeki belediyelerin ve politikacıların dikkatini çekmeye çalışan Türkler yıllarca boşuna uğraştı durdu. Karşı çıkanlara, sanki suçmuş gibi: "Onlar laik Türkler, Atatürkçüler," deyip, özellikle Almanların gözlerini korkuttular. Kimi gün geldi: "Onlar Ergenekoncu..." da dediler. Alman yetkililere göre ‘girişken' genç iş adamlarının kafasında buradaki Türk çocuklarına iyi bir eğitim vermekten başka düşünceleri yoktu!

Kendilerine: "Siz Fethullahçısınız" demeye kalkanın gözünü hep dava açmakla korkuttular. Alman gazeteciler bile yıllardır üzerlerine gitmeye cesaret edemedi. Bazılarını arada sırada Türkiye gezilerine davet edip, yumuşattılar. Hocaefendicilerin paralı okullarında Türk öğrencilerin oranı neredeyse yüzde 90. Eğitimcilerin: "Uyumun başarılı olması için sınıflarda yabancı öğrenci oranı yüzde yirmiyi geçmemeli", demesi hiçbir işe yaramadı, çünkü gelişmeler politikacıları ve yerel yöneticileri rahatsız etmedi. Çoğunun da kafası neler döndüğünü pek almadı!

"Çünkü Gülen siyaset yapıyor!"
Hocaefendicilere göre, Almanya çapında açtıkları dershane ve liselere yaptıkları milyonlarca Avro'luk yatırımın kaynağı son 15 - 20 yılda kurdukları küçük şirketleri! İnanmak zor. Stuttgart Belediyesi yabancılar ve uyum sorumlusunun yıllar önce gazetelere yapmış olduğu: "Gülen'e yakın olduklarını biliyoruz, yurtdışından destek geldiğini de tahmin ediyoruz, ancak kanıtlayamıyoruz" açıklaması resmi makamların ne kadar âciz olduğunu gösteriyor. İnatla: "Niçin Fethullahçı değiliz diyorsunuz?" diye sorana: "Gülen adından rahatsız oluyoruz" yanıtını verdiler. "Çünkü o siyaset yapıyor." Sanırım o günlerde, Alman resmi makamlarının, girişimlerinin arkasında geçmişi ve amaçları bilinen "dinci baron"un olduğunu fark etmesinden korktular.

Hocaefendicilerin yıllar boyu başarılarının en önemli "reçetesi" her zamanki gibi takiye oldu. Son üç dört yılda nasıl olduysa birden açıldılar, Gülen hareketinin başındakiler ve okulları kuran genç işadamları dönüşüm geçirdiler: "Biz Gülen hareketinden değiliz, fakat onun kitaplarını okuyoruz," demeye başladılar. "Düşünce ve görüşleri hoşumuza gidiyor." Çoğu genç üniversite öğrencisiyle iş hayatına yeni atılmış akademisyenlerin kurduğu küçük dernekler artık Almanya'nın önemli kentlerinde görkemli salonlar kiraladı, hiç çekinmeden on binlerce Avro harcayıp görkemli Gülen sempozyumları düzenlediler. Kendilerine yakın buldukları, desteklerinden emin oldukları Alman din adamlarını, politikacıları ve gazetecileri gerekirse yurtdışından getirtip bu toplantılarda konuşturdular. Gülen'i öven sözler havalarda uçuştu. Ancak aynı Gülenciler, karşıtlarıyla açık oturumlarda tartışmaktan nedense hep kaçındılar, yapılan katılma önerilerini hep reddettiler! Bir bildikleri olmalı ki, şeffaflıktan sürekli çekindiler.

Politikacıların yüzüne gülüp desteklerini aldılar
Alman yasalarındaki boşlukları ideolojileri uğruna başarıyla kullandılar. Toplumdaki liberal düşünce yapısından yararlanmasını da becerdiler. Her renkten politikacı, yerel belediye ve kilise adamıyla ortak çalışmaya çaba gösterdiler, yüzlerine gülüp desteklerini aldılar. Tabii son 15 yılda Türk asıllı kimi politikacı, eğitimci, aydın eskisi Alman pasaportlu bilim adamı, 28 Şubat'ın ardından yakasına Atatürk rozeti takmışı, çıkarcı Alman ve Türk yazar çizer takımı giderek daha çok peşlerinden gitti. Arada sırada kimi eyalette: "Almanya'da Gülen hareketi şeffaf olmadığından şüpheler oluştuğu için örgütlenmesinin iç yapısını, finansmanını ve hedefini daha açık ortaya dökmek zorundadır" diyen siyasetçiler de çıkmadı değil. Fakat başta maliye bakanlıkları olmak üzere kimse bu öneriyi pek umursamadı.

Ağustos başında Fankfurter Allgemeine Zeitung'a açıklama yapan Cem Özdemir de aynı şeyi tekrarladı! Burada son olarak şunu da belirtmeden edemeyeceğim: Almanya'daki Türk toplumu, onu temsil eden kuruluşlarla dernekler ve sivil toplum örgütleri de insanımızı böylesine çok ilgilendiren yaşamsal bir konuda yıllarca seslerini çıkarmayarak üzerlerine düşen görevi ne yazık ki yerine getirmediler!

Ahmet ARPAD Yorumladı.
www.ahmet-arpad.de