23 Şubat 2015

Kitabın yaşı sonsuzdur

ZAMAN Gazetesi, 23 Şubat 2015

Nazilerin acımasız baskısından kaçarak Brezilya'ya yerleşen ünlü yazar Stefan Zweig, tam 73 yıl önce bugün, 23 Şubat 1942'de Petropolis'teki evinde ikinci eşi Lotte ile yaşamına son vermişti. 20. yüzyılın en duyarlı, en üretken yazarlarından biri olan denemeci, öykücü, biyografi yazarı Stefan Zweig'ı ölüm yıldönümünde kendi kaleminden çıkmış; düşüncenin, kitabın ölmezliği üstüne cümleleriyle anıyoruz.

Tekniğin gelişmesiyle nasıl tekerlek lokomotifin altında onu raylarda ilerletiyorsa, otomobili yollarda sürüyorsa, uçağı hareket ettirerek pervanesini döndürüyorsa, yazı da rulodan kitaba, tek tek kâğıtlardan bir araya getirilmiş yüzlerce kâğıda geçerek yaptığı gelişmeyle bireyin kendi içine kapanık düşünce ve görüşlerini artık geniş bir çevreye yaymasını sağlamıştır. Kitaplar sayesinde birey düşünceleriyle tek başlarına yaşamaktan kurtulmuş, kendini yeryüzünde olup bitenin, insanlığın düşünce ve duygularının ortasında bulmuştur. Günümüzde tüm düşün hareketlerinin temeli kitaplardır. Materyalizmden daha yüce olan ve adına kültür dediğimiz yaşam şeklinin kitaplar olmadan gerçekleşmesi mümkün değildir. Kitapların, insan ruhunu özgürleştiren, hatta bir yerde dünyayı yaratan gücünün özel yaşamımızdaki etkileri sonsuzdur; ancak biz çoğu kez bunun farkında değilizdir. Kitaplar günlük yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır, onun varlığına teşekkür borçlu olmamız gerekir.

O, günlük yaşamımızın önemli bir parçasıdır. Yirminci yüzyılda kitabın mucizevi varlığı olmadan ruh dünyamızın ayakta durması mümkün değil. Kitapları okurken tanımadığımız insanların iç dünyalarını yaşamıyor, onların gözleriyle bakmıyor ve onların beyinleri ile düşünmüyor muyuz? Kitaplar aracılığı ile öğrendiklerim, yaşamımı bilgisizliğin sıkıcı darlığından kurtarıp özgürleştirmiş, ben küçük adama, değerler, coşku ve deneyimler kazandırmıştı. Çocuk ruhum macera kitaplarıyla etkilenmişti, bana yabancı ve vahşi gelen bir dünya, burjuva evimizin duvarlarını kırıp içeri girmişti, ben de onların dışına çıkmıştım. Yaşamı boyunca tek bir kitap bile okumuş olsa, yazılmış, basılmış olanların, sözlerin, düşünceler aracılığı ile sonsuzluğa ulaştırılmasının değerini kavramış olan her insan, günümüzde çok kişinin, hatta en akıllı geçinenlerin bile korkusu karşısında biraz da acıyarak gülümser.

KİTAPLARIN MİSYONU
Artık kitapların sonu geldi, şimdi tekniğin sözü geçerli, diye yakınanlar var. Onlara göre gramofon, sinema makinesi ve radyo sözlerle düşünceleri çok rahat, daha akıllıca nakleden buluşlar. Yok etmeye başladıkları kitapların kültür tarihi misyonları çok yakında geçmiş olacak... Çok dar görüşler, kısa ömürlü düşünceler bunlar! Kitapların bin yıllık etkisini yok edecek üstün nitelikli bir şeyi teknik bugüne dek bulamamıştır. Basılı kâğıtların oluşturduğu küçük deste kalıcılığını her zaman kanıtlamıştır. Şimdiye kadar hiçbir ışık kaynağı incecik bir kitapçığın aydınlatmasına ulaşamamış, hiçbir suni enerji insan ruhunu dolduran basılı kelimelerin gücüne erişmemiştir. Kitabın yaşı sonsuzdur, o yok edilemez, değiştirilemez. İnsan kendini kitaplara ne kadar çok verirse, onlara ne kadar içten bağlanırsa, yaşamı da o kadar yakından tanır. Çünkü dünyasını sadece kendi gözleriyle görmez, kitaplardaki sayısız başka gözlerin de yardımıyla onu çok yakından tanır ve sever.


Son yıllarda gittiğim her yerde yazarların, düşünürlerin, şairlerin ve filozofların vatanı Almanya'nın, topluma zorla kabul ettirilen "nasyonal sosyalist felsefe" sonucu insancıl yaşama inanan birçok ülkeden nasıl uzaklaşmaya başladığını üzülerek hissettim. Benim gibi, yaşamak zorunda kaldıkları olaylar nedeniyle istemeye istemeye vatanlarından uzaklaşanların şimdi en önemli görevi, her şeyden nefret etmek yerine, sanki hiçbir şey olmamış gibi özenle ve sevgiyle, ısrarla kitap yazmaya devam etmektir. Bizler için üzerinde hâlâ durduğumuz toprak, düşüncelerimizle ve duygularımızla bağlı olduğumuz, hiç kimsenin çekip elimizden alamayacağı Alman dilidir! Ve şimdi her zamankinden daha güçlü olmalı, daha yoğun çaba göstermeliyiz. İnsanlık tarihinde dönüp geriye baktığımızda yazarların toplumlarını gururlandıran, onurlandıran ünlü eserlerini sürgünde yazmış olduklarını görürüz.

Yurtlarından uzaklaşmak zorunda kalan yazarlar için yaşam koşullarının güçleştiğini kabul etmek zorundayız. Başka bir dilin konuşulduğu yabancı bir topluma alışmak, yıllar boyu onu içine almış olan okur çevresinden uzaklaşmak ve bambaşka bir ortamda yepyeni sorunlarla bocalaşmak eskisi gibi verimli olmak isteyen yazarın karşısına çıkan en büyük engellerdir. Ancak o, işte şimdi başarılı olmak zorundayım, diyebildiği ve de buna inandığı sürece tüm engelleri aşabilir. O, yazarlık yaşamı boyunca inandığı yasaların peşinden gitmek zorundadır.

KİTAPLAR YAKILIP YOK EDİLEMEZ
Ben hep şuna inandım: Tüm düşünsel değerler arada sırada baskı altına alınır. Ancak onları değil parçalamak, değiştirmek bile mümkün değildir. Düşün, yaratıcılık ve kitap asbest gibidir; onlar yakılıp yok edilemezler. Belki düşünsel değerlerin geçici bir süre için çevrelerine yayılmaları ve etkili olmaları engellenebilir. Ancak onlar belli bir süre için etkilerini yitirseler de, günü geldiğinde tekrar canlandıklarında vurucu güçleri eskisinden de daha sonsuz olur. Kitapların yasaklanması, düşüncelerin takip edilmesi bize nasıl da gerekli olduklarını kanıtlar, içsel gücümüzü daha da güçlendirir. Bir kelimede veya bir eserde yerini almış her türlü düşünce sonsuza dek yitirilmez, korunur...

*Derleyen ve çeviren: AHMET ARPAD
(Metin Türkçede ilk kez yayımlanıyor)

8 Şubat 2015

Almanya’nın Türk polisleri

Cumhuriyet 08.02.2015
STUTTGART
AHMET ARPAD


Almanya’da eyalet emniyet teşkilatları polis kadrosunu güçlendirmek amacıyla 1990’lı yıllardan başlayarak yabancı kökenli polis memurlar almaya başlamıştı. Bunların çoğunluğu Türk’lerdi. Uzun yıllardır tanıdığım Kölnlü bir Alman polis o günlerde kendilerine kurslarda Türkçe öğretildiğini ve bu nedenle vatandaşlarımızın yoğun yaşadığı semtlerde dilimizi bilmelerinin çok yararlı olduğunu anlatmıştı! Tanış mesleğinde çok ilerledi, bugün eyaletlerden birinde İçişleri Bakanlığı’nda görevli, Türkçesi hâlâ iyi, mutfağımızın hayranı, yaptığı Çerkes tavuğu, tarama, yaprak dolma çok leziz! Alman eyaletlerinde özellikle son üç yıldır daha çok yabancı kökenli kadın ve erkekler polis kadrolarına alınmaya başlandı. Almanya’da polis olmak için Alman pasaportu taşımaya gerek yok. Baden-Württemberg örneğinden yola çıkarsak Alman olmayan 200 polis eyalet emniyet teşkilatında görev yapıyor. Bunlardan başka tabii Alman vatandaşı olan, ancak sayıları istatistiklerde yer almayan yabancı kökenliler de var. Yapılan açıklamalara göre eyalet emniyet  teşkilatındaki  yabancıların yüzde sekseni Türk. 2012 yılında görevli tüm polislerin yüzde on altısı yabancı kökenliyken bu oran 2013’de yüzde yirmi ikiyi bulmuş.

Her eyalette amaç aynı. Yaklaşık 200 milletten insanın yaşadığı toplumda onların kültürlerini, dillerini, inançlarını, kafa yapılarını, örf ve adetlerini yakından tanıyan bu elemanlar polisin görevi oldukça kolaylaştırıyor. “Günlük çalışmamızda yabancılarla polis arasıdaki bariyerleri böylece daha rahat kaldırabiliyoruz” diyor eyalet emniyet teşkilatı sözcüsü yolladığı yazılı yanıtta. “İnsanlar bizi daha iyi anlıyor, sorunlar daha çabuk açıklığa kavuşturuluyor.” Özellikle Türklerin yoğun yaşadığı semtlerde görev yapan Türk kökenli polisler aracılığı ile bazı vatandaşlarımızın Alman polisine olan önyargısı kalkıyor. Toplumda sorunlarla yetişen çoğu gencimiz olay çıkardığında gelen polisin adının ‘Ahmet’ veya ‘Sibel’ olduğunu görünce rahatlıyor, sorun çok daha çabuk çözülüyor. Eyalet polis teşkilatı sözcüsü: “Bazı polisiye olaylarda soruşturma aşamasında işimizi kolaylaştırdıkları için onlar bize çok yararlı” diyor. Türklerin yoğun yaşadığı semtlerde çıkan olaylara yolladıklarında da aynı dili konuştukları için kısa sürede güven oluşuyor, sorunlar karakola gitmeden ortadan kalkıyor. Uzun yıllardır görev yapan Türk kökenli polislerden, teşkilata yeni yabancı eleman alınırken yapılan ön görüşmelerde, derneklerde ve camilerde düzenlenen bilgilendirme toplantılarında da yararlanılıyor.

Paris ve Belçika’daki olayların ardından tüm Almanya’da emniyet teşkilatlarının kadroları hemen genişletildi. Ülkede polis sayısı artıyor. Eyalet hükümetleri alelacele karar verdi, Anayasayı Koruma Teşkilatı’na da Arapça bilen elemanlar alınacak. Bu yenilikler (!) sonucu tabii yabancı kökenli, özellikle de Türkiyeli polislerin sayısında artma olacağı kesin. Yapılan resmi açıklamalara göre amaç, genç insanları, hangi kökenden olursa olsun, ülkenin ortak toplumsal geleceği için kazanabilmek! Bu nedenle Baden Württemberg Eyaleti’nde Uyum Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı 2013 yılından bu yana ortak bir çalışma içinde. Uyum Bakanı Bilkay Öney: “Polise alınacak yabancı kökenli gençlerle eyaletimizde emniyet teşkilatı güçlendirilecektir” diyor. Almanya’da artık polis de kültürlerarası bir toplumun aynası olmak zorunda. “İnsanına yakın bir polis kültürel çeşitliliği kabullenmelidir” sözleri de İçişleri Bakanı Reinhold Gall’ın. “Bu nedenle gittikçe daha çok yabancı kökenli insanımızı teşkilata alacağız.”

Aşkın Bingöl 1995’de Baden Württemberg eyaletinde emniyet teşilatına alınan ilk Türk kökenli polislerden. Mesleğinde hızlı adımlarla ilerleyen Bingöl zamanla narkotik büroda başkomiser olur. 2012 yılında Alman Polis Akademesi'ndeki yüksek lisans öğrenimini 120 kişi arasında birinci olarak bitirir ve Stuttgart yakınlarındaki Reutlingen kentinde emniyet müdür yardımcısı olarak göreve getirilir. Yabancı kökenli birisinin çaba gösterdi mi Almanya’da istediği her yere gelebileceğini kanıtlamış olan 39 yaşındaki Aşkın Bingöl şimdi Stuttgart’taki Eyalet İçişleri Bakanlığı’nda emniyet müdürü görevinde. Söylediğine göre Almanya’da bu göreve getirilmiş Türk kökenli başka polis yok. Sohbetimizin sonunda: “Bir demokrat olarak polis mesleğinin topluma bir hizmet olduğuna inanıyorum” diyor.

www.ahmet-arpad.de