22 Haziran 2014

Küçük Mehmet'in büyük dükkânı

Cumhuriyet, 22 Haziran 2014
STUTTGART
AHMET ARPAD

Mehmet Sarıtaş bütün gün koşuşturup duruyor. Weiler'deki evinden sabahın köründe çıkıyor, 20 kilometre ötedeki Stuttgart sebze haline gidiyor, çabucak alış verişini yaptıktan sonra arabasına sandıkları yükleyip, tekrar Weiler'e dönüyor. Hemen mavi önlüğünü takıp, getirdiği sandıkları açıyor, taze sebze ve meyveleri tezgahlara yerleştiriyor. Ardından dükkânın içinde dolaşıp, her sabahki kontrolünü yapıyor, bakıyor her şey yerli yerinde mi diye. Ne de olsa Mehmet marketinde dört bine yakın değişik mal satıyor. Sebze, meyve, ekmek, süt, tereyağ, baharat, her çeşit temizlik malzemesi, şarabından birasına değişik içkiler... Sizin anlayacağınız küçük Mehmet'in büyük dükkânında yok yok! Niçin mi küçük? Mehmet Sarıtaş 1,48 boyunda ve çalışkan mı çalışkan. Pazar dışında her gün çalışıyor. Sabahın dört buçuğunda başlıyor koşuşturması. Yorgunluk nedir bilmiyor. Sabah yedide girdiği dükkândan akşam sekizde çıkıyor. Dediğine göre yılda bir hafta izin yapıyor. "Ben burasını açık tutmazsam ne yapar kasabalılar?" diyor. "Hele yaşlılar nereden alış veriş yapar?"

Mehmet Sarıtaş küçük kasaba Weiler'e on altı yaşında gelmiş annesiyle. 1985 yılında. İnşaatlarda babasının yanında iş bulmuş. Önceleri basit işçi olarak. Kısa sürede çalışkanlığı ile dikkati çekmiş, "ustalaşmış". Para kazanmak uğruna okula gitmemiş. Arada sırada o yıllarda burayı işleten yaşlı Alman'a yardım etmiş ve on yıl sonra da, yirmi altısında, amcasının da desteği ile dükkânı devralmış. Aradan on sekiz yıl geçmiş. Canla başla çalışan, her müşterisine nazik davranan, alış verişe gelemeyen kimi hastaya, yaşlıya siparişlerini evine götüren güleryüzlü Mehmet'i Weiler'de tanımayan yok. Çoğu kasabalı sebze ve meyvesini ondan alıyor. Çünkü sattıkları hergün taze. "Kendi yemeyeceğim şeyi ben müşterime satamam," diyor. "Muzları elmalarla yanyana koyarsan çabuk olgunlaşırlar..."

Bir kaç yıl önce aniden hastalanıyor, kendini bitkin, tükenmiş hissediyor. Doktor doktor geziyor. "Başarılı bir tedavinin ardından tüm yaşamımı değiştirdim," diye anlatıyor. Dükkân boş, depodan getirdiği sandıktan salataları tezgaha yerleştiriyor. "Yaşamın tadına varmalısın, dedim kendi kendime". O günlerde müşterilerinden birinin önerisi üzerine Mehmet yüzme öğreniyor. Şimdi haftada iki gün yakındaki kapalı havuza gidiyor. "Arada sıra ailemle yemeğe çıkıyoruz," diye mırıldanıyor bakışları tezgahtaki sebzelerde. "Onları sirke de götürdüm Stuttgart'a. Bir güzel eğlendik." Mehmet elinden gelse, daha doğrusu daha büyük bir yer bulabilse dükkânı büyütecek. Müşterilerine İtalyan ve Türk gıda malzemeleri de satacak. Fakat Weiler kasabasının merkezinde ona göre bir yer yok. Büyük klilisenin yanıbaşındaki dükkânında işine devam edecek. Hem banka, lokanta, eczane, terzi az ötede. Kasabalının ayağı alışmış bu sokaklara. Weiler kaymakamı Klaus Beck'in kısa süre önce yerel bir gazeteye: "Mehmet Sarıtaş olmasaydı insanlarımız ne yapardı?" dediğini anlatıyor gülümseyerek. Günün birinde çevreye dev bir mağaza gelse bile hiç umurunda değil. Müşterilerine güveniyor. "Onlar hep benden alış veriş yapacaklardır... Önemli olan namuslu olmak!"

www.ahmet-arpad.de

1 Haziran 2014

"Neonaziler merhamet nedir bilmeyen yaratıklar"

Cumhuriyet, 1 Haziran 2014
STUTTGART
AHMET ARPAD


Bundan 3 yıl önceydi... Stuttgart'ın şirin kasabalarından Winterbach'da yabancı kökenli dokuz genç bir akşam bahçelerinde toplanmıştı. Sekizi Türk, biri İtalyan gençler eğlenirlerken yakındaki bir bahçede doğum günü partisi yapan aşırı sağcı bir grup üzerlerine saldırdı. Dövmeye başladılar. Gençlerden altısı bahçenin bir köşesindeki tahta kulübeye sığındı. Öfkeli saldırganlar bu kez kulübeyi ateşe verdi. Gençler son anda kulübenin arka duvarını parçalayarak kendilerini dışarı attılar, yanıp ölmekten kurtuldular. Aradan zaman geçti, yöreli oldukları belirlenen bazı aşırı sağcılar yakalandı. Dava açıldı, karara bağlandı, saldırganlar temyiz ettiler, ikinci kez yargıç karşısına çıkarıldılar. Bu kez adam öldürmeğe değil, yaralamağa teşebbüsten dava açıldı. Kulübeyi kimlerin ateşe vermiş olduğunun kesinlikle kanıtlanmadığını savunan avukatlar tekrar itiraz ettiler. Winterbachlı aşırı sağcılar yeniden yargıç karşısında, dava şu sıra sürüp gidiyor. Alman televizyonuna açıklama yapan bir Türk baba: "Burada korkuyoruz!" diye konuştu. Ne de olsa Winterbach ve çevresi güney Almanya'da neonazilerin etkin olduğu yörelerden biri.


Avrupa Birliği'nin lokomotifi Almanya nedense bir türlü kurtulamıyor yabancı düşmanı şu faşistlerden! Bir rastlantı sonucu doğu Almanya'da 2011 yılında ortaya çıkan neonazi NSU grubunun 2000-2006 yılları arasında biri Yunan, sekizi Türk, yabancı kökenli dokuz insanı öldürmesinin ardından Alman makamlarının yıllarca yanlış iz sürdürdüğü, çoğu cinayetin ardından Türkleri suçladığı tam bir yıl önce Münih'te başlayan, bugüne kadar yüz on beş duruşmayı geride bırakan ve Ocak 2015'e kadar sürmesi beklenen dev davada iyice ortaya çıktı. Alman iç istihbaratına 2002 yılına kadar muhbirlik yapan bir kişi Der Spiegel dergisine üç ay önce yaptığı açıklamada cinayetlerden sorumlu tutulan üç NSU üyesini daha 1998 yılında Anayasayı Koruma Teşkilatı'na ihbar ettiğini, ancak yetkililerin bu ihbarı değerlendirmediğini söyledi. Eski muhbirin bu sözlerinin kanıtlaması mümkün değil, çünkü dosya bu arada imha edilmiş! NSU terör örgütünden Mundlos ile Bönhardt'ın 2011 kasımında intiharının ardından eşyaları arasında bulunan tabancayla dört yıl önce Heilbronn'da Alman kadın polisi Kiesewetter'in de öldürüldüğünün kanıtlanmış olması kafaları iyice karıştırmıştı. 

Münih'teki davada, NSU üçlüsünün 2000 yılında öldürdüğü Enver Şimşek'in ailesinin Stuttgartlı avukatı Jens Rabe cinayetlerin kovuşturmasından sorumlu hemen hemen tüm makamların daha ilk günden yanlış iz sürmüş olduğunu açık açık söylüyor. Ancak burada önemli olan şu soru: Bu bilinçli bir hata mıydı, yoksa beceriksizlik miydi? Niçin sorumlu makamlar arasındaki iletişim çoğu kez yetersiz kalmıştı? Yetkililer daha ilk günden cinayetler için "Türk mafyası arasındaki bir iç hesaplaşma" demişti. Bu kanıdan yola çıkmışlar, yıllarca yanlış izlerin peşinden gitmişlerdi. Avukat Rabe: "Bunda soruşturma makamlarının yabancı kökenlilere karşı olan önyargısı kanımca önemli bir rol oynadı" diyor. Merkel hükümetinin oluşturduğu meclis araştırma komisyonu sekiz bin dosyayı inceledikten, yüz kadar tanığı dinledikten sonra NSU olayı ile ilgilenmiş tüm makamların yıllarca savsak çalışmış olduğunu açıkladı. Bin sayfalık raporu hükümete sunan komisyon başkanın şu açıklaması önemli: "Ülkemizde gittikçe saldırgan olmaya başlayan aşırı sağcılar karşısında Alman güvenlik güçleri yetersiz kalıyor." Müdahil avukatları bu raporu yine de eleştirdiler, ‘kurumsal ırkçılık' sorununa hiç yer yerilmediğini belirttiler. Terör üçlüsünün 1999-2006 yılları arasında değişik doğu Alman kentlerinde on dört banka soygu gerçekleştirdiği ve bu soygunlardan yaklaşık yarım milyon Avro elde ettikleri de dava öncesinde ortaya çıkarılmıştı.

Winterbach'da Neonazilerin ateşe verdiği tahta kulübede diri diri yanmaktan son saniyede kurtulmayı başaran gençlerden üçü kardeşti. En büyükleri Fikret ve babasıyla Stuttgart'ta bir araya geliyoruz. Sohbetimiz sırasında hemen belli oluyor, aradan üç yıl geçmesine karşın hâlâ o inanılmaz olayın etkisindeler. "Aile yaşamımız alt üst oldu, geleceğimizden emin değiliz," diyor baba. Sözleri, NSU cinayetlerinde babalarını, kocalarını yitiren Türklerin ağzından çıkan sözleri ne kadar da andırıyor. "Olayın günün birinde unutulmasından korkuyoruz... Vatandaşı olduğumuz, kırk yıldır yaşadığımız bu ülke bizleri tek başımıza bırakıyor... Neonaziler insan değil, onlar merhamet nedir bilmeyen yaratıklar..." Fikret'le bir kaç kez daha bir araya geldim. Anlattıkları yakında başka bir pazar yazısına konu olacak...

www.ahmet-arpad.de