27 Nisan 2014

"Bizler bu dünyanın vatansız insanlarıyız"

Cumhuriyet, 27.04.2014
BERLİN
AHMET ARPAD

Türkiye'ye, "Senin ülkende şu, bu, o etnik azınlıktır, kabul etmelisin!" diyen Avrupa Birliği üyesi Almanya, 600 yıldır birlikte yaşadığı, Hitler döneminde soykırımdan geçirdiği Yahudilerle Sinti ve Romanları azınlık olarak kabul etmeye yanaşmıyor. Nazi Almanyası'nda sadece 6 milyon Yahudi öldürülmemişti. Toplama kamplarında ve gaz odalarında yarım milyon da Sinti ve Roman yaşamını yitirmişti. Savaş sonrasının Alman politikacıları onlara da soykırım yapıldığını ancak 1979 yılına gelindiğinde kabullenmiş, Hitler'in ellerinden almış olduğu Alman vatandaşlığını da 1980'li yıllarda geri vermişti.

Hitler'in ‘çingene' dedi bu insanlar için Berlin'e bir soykırım anıtı yapılması kararı 90'lı yılların sonunda alınmıştı. Genç nesillere o ‘büyük cinayeti' anımsatması istenen anıt savaşın bitişinin 60. yılı olan 8 Mayıs 2005'te açılacaktı. Olmadı. Paris'te yaşayan İsrail doğumlu sanatçı Dani Karavan'ın tasarımı anıt 2012 yılında açılabildi. Berlin'de Federal Meclis yakınlarındaki yeşil alana, ağaçlar arasına yapılan küçük bir havuz, on iki metre çapında büyük bir su kabı! Zemini kara olduğu için suları hep kara görünüyor! Ortasındaki üçgen toplama kamplarına atılanların sol yakalarına takılan üçgeni anımsatıyor. Üzerinde hep taze bir çiçek duruyor. Kenarına gelen güvercinler, sincaplar susuzluklarını gideriyor. Havuzun çevresini kaplayan yer taşlarına nasyonal sosyalistlerin kıyım yaptığı kentlerin adları kazınmış. Hitler'in savaşı biteli neredeyse 70 yıl olacak, ancak özgür yaşamı seven, katı toplum kurallarını ise pek benimsemeyen Sinti ve Romanlar günümüz Almanyası‘nda hâlâ pek kabul görmüyor, ülkedeki ayrımcı ve yabancı düşmanı davranışlardan çok etkileniyorlar. Caz şarkıcısı Dotçi Reinhardt: "Bizler bu dünyanın vatansız insanlarıyız" diyor. Onları bir arada tutan tek şey ortak kültürleri ile dilleri. Son yıllarda doğudan batıya bir çok AB ülkesinde bu insanlar yine aşağılanıyor, sınırlar onlara kapatılıyor. Almanya Sinti ve Romanları Merkez Konseyi başkanı Romani Rose "Onlarca yıl sonra gerçekleştirilen bu anıt bir göstermelik olmasın" demişti açılışta. "Avrupa insanı üç maymunları oynamasın!"

Şimdi uzak geçmişe gidelim. Ancak konumuz yine aynı: Yabancı ülkelere sığınan insanlar! Yıllardan 1938. Semiha Güzelhisar ile evlenen Burhan Arpad günün birinde Osmanbey'deki evine kolunun altında bir karton kutuyla gelir. İçinde bir saat vardır. Koskocaman bir Karaormanlar saati! Onu Karaköy'deki ‘Alman saatçi' Emil Meyer'den almıştır. Oğlu da, torunu da yarım saatte bir yuvasından çıkıp, "guguk' diyen kuşun sesiyle büyür... Niçin mi geçmişi anımsadım. Bir yakın dost Berlin Anne Frank Merkezi'nin İnternet sitesine (http://www.annefrank.de/mensch/) göz atmamı önermişti kısa süre önce. Son yüz elli yılda Almanya ile Türkiye arasında göç etmiş binlerce insandan altısının alınyazısı filmler, belgeler ve yazılarla burada çok kapsamlı canlandırıyor... Johann Meyer 1876'da Berlin'den Sultan 2. Abdülhamit'in sarayına saatçıbaşı olarak gelir. Şehzadelerin, hanım sultanların, vekil ve nazırların, yüksek memur ve komutanların saatleriyle ilgilenir. Ancak saraydaki entrikalardan rahatsız olmaya başlayan Meyer 1878'de Yıldız'daki görevinden ayrılır. Fransızların inşa ettiği Tünel kısa süre önce açılmıştır. Meyer hemen Karaköy çıkışına çok yakın bir sokakta bir dükkanı devralır ve saatçilik mesleğine burada devam eder. Yıllar sonra, üniversiteye gittiğim yıllarda çevirmen olarak çalıştığım Heidelberg Baskı Makineleri temsilciliği de aynı sokaktaydı. Sahibi Willi Blümel'i 1935'de Yunus Nadi Cumhuriyet'in matbaasına getirtmişti. Herr Blümel 1984'deki ölümüne dek İstanbul'u hiç terk etmedi. Küçük Bebek'de denize sıfır evinde yaşadı. Aile dostumuzdu! Anne Frank Merkezi'nin belgeselinde 1900 İstanbul doğumlu Yahudi Leon Veissid, 15 yaşında öksüz kaldıktan sonra 1916'da Almanya'ya gelip, kundura ustası olan İstanbul doğumlu Ahmed Talib, kimya profesörü babasıyla 1935'de Türkiye'ye sığınan Yahudi asıllı Dorothea Brander, 1935 yılında Almanya'ya yerleşen, bu ülkede ünlenen opera sanatçısı Saadet Altan ve 1955'de İstanbullu bir Rumla evlenip ülkemize yerleşen ve bugün 89 yaşında hâlâ İstanbul'da yaşayan Alman asıllı Waltraud Hanopulos da var. Hitler'den kaçarak Atatürk Türkiyesi'nde 11 yıl yaşayan ünlü Ernst Reuter'in oğlu Edzard Reuter'e geçen buluşmamızda bu sergiden söz ettiğimde gülümseyerek "Dorothea ile Ankara'da aynı sınıftaydık" dedi. Türkiye onlar için bir ‘bekleme salonu'ydu. Hitler'in sonunu beklemişti yüzlerce Alman aydını ve bilim adamı Atatürk'ün ülkesinde..! Anne Frank ve ailesi ise aynı günlerde, bundan tam 70 yıl önce, 1944'de, saklandıkları evden alınmış, Auschwitz'in gaz odalarında öldürülmüştü. En son Berlin ziyaretimde gezdiğim Anne Frank Merkezi'nin salonları bu ailenin yaşamıyla dolu.

www.ahmet-arpad.de

6 Nisan 2014

Almanya soruyor: "Gülencilerin amacı ne?"

Cumhuriyet, 6 Nisan 2014
STUTTGART
AHMET ARPAD


Etkinliğin yapılacağı salona girerken yanından geçtiğim masanın üzerinde duran Türkçe bir gazete dikkatimi çekiyor. Alıp, şöyle bir karıştırıyorum. Az sonra başlayacak etkinlik için tam sayfa ilan verilmiş: Alman-Türk Kültür Olimpiyatı! Ortasında kocaman bir fotoğraf, Alman yöresel giysili, siyah saçlı iki kızla, kısa deri pantalonlu sarışın bir oğlan çocuğu. Salona girerken yanıma Muammer Akın geliyor. 1997'den bu yana tanışıyoruz. Stuttgart'ta, Halil Şimşek Hoca'nın başını çektiği Gülen hareketinin temellerini atan gençlerden biriydi. Ayaküstü sohbetimizin ilk konusu Türkiye'de yaşananlar. Muammer, başbakanımıza öfkeli. Ona Erdoğan'ın şu sözlerini anımsatıyorum: "Bak Türkçe Olimpiyatları yapıyorlardı ne güzel. Artık bitti iş. Artık Türkçe olimpiyatları yapamazlar…" Muammer'in yanıtı: "O zaman biz de büyük finali Almanya'ya alırız!" oluyor. Şaka mı yapıyor, yoksa ciddi, mi, anlayamıyorum. Ve az sonra etkinlik başlıyor. Salonda iki bin kişi var. En ön sırada oturan bir kaç Alman yerel politikacının dışında hepsi de bizim vatandaş! Genç kızlarla, genç oğlanlar şarkılar, Anadolu türküleri, halk dansları, şiirler sunuyor. Hoparlörler sonuna kadar açılmış. Sunucu Ümit de konuşmuyor, bağırıyor. İzleyenleri coşturmak istediği belli. Az önceki etkinlik reklamında gördüğüm Alman yöresel giysili çocukları arıyor gözlerim. Yoklar. Çoğu başı kapalı kızların üzerindeki giysiler Anadolu'yu anımsatıyor gibi. Biraz tuhaf. Bir şiirle, bir şarkı dışında sunulanların tümü Türkçe. Çocuklar tutuk, disiplinli, vücutları kaskatı, gülümseyeni çok az. İçlerinde tek coşkulusu "Anadolu Benim" şarkısını söyleyen Elefterious Vassiliadis! Olimpiyat'ı düzenleyen Türk-Alman Eğitim Derneği sorum üzerine salon kirasının 16 bin Avro olduğunu açıkladı. Bir saat on beş dakikalık etkinlik için!

Almanya'da Gülen Hareketi konusuna son aylarda Der Spiegel ve Alman televizyonu ARD'nin yanısıra ülkenin tanınmış büyük gazeteleri de iyice el attılar. Özellikle Gülen hareketine sürekli eleştiriler yöneten ünlü Der Spiegel dergisinin Türkiye ve cemaat deneyimli yazarı Maxmilian Popp, Hareket'in Almanya'da İslami öğeleri ağırlıklı bir Türk milliyetçiliğine yöneldiğinin üzerine basıyor. Yaşamının üç yılını Türkiye'de geçirmiş, Bilgi Üniversitesi'nde uluslararası hukuk ve politika üzerine öğrenim görmüş olan Popp 2012'de Der Spiegel'de yayınladığı "Mayfa Babası" başlıklı 4 sayfalık yazısıyla cemaati öfkelendirdiği gibi bir çok Alman okurun da gözünü açmıştı. O günden bugüne cemaat ve Hocaefendi Alman medyasının ilgi odağı oldu. Hemen hemen hepsi de eleştirisel yazıların, haberlerin, filmlerin, radyo röportajlarının ardı arkası kesilmeyecek gibi. Gazeteciler okullarının, dersanelerinin, derneklerinin, öğrenci yurtlarının kapılarını çaldılar. Sorularına ender doyurucu yanıtlar aldılar. Almanya'nın ünlü gazetelerinden Frankfurter Allgemeine geçenlerde cemaatin ileri gelenlerinden Ercan Karakoyun'a sormuş: "Alman polisine Gülenci Türk asıllı polislerin sızdığı iddiası var, ne diyorsunuz?" Yanıt alamamış. Türkiye'deki son gelişmelerden etkilenmiş olan Almanya Gülen cemaatinin önde gelenleri bir değişim geçirmelerinin gerektiğinin farkına varmış gibi. Ancak şimdilik değişen tek şey dernek isimleriyle yönetimcileri! Abdullah Aymaz yeni kurulan "Diyalog ve Eğitim" adlı bir vakfın denetleme kurulunda. Vakfın başkanı Karakoyun'a Stuttgart'taki bir toplantıda: "Bir süre önce Türk basını Aymaz'ın Hocaefendi'nin yerine geçeceğini yazmıştı" dediğimde "Hayır, yok öyle bir şey!" diye karşı çıkmıştı. Otuz beş izleyici karşısında yaptığı konuşmasında sık sık diyalogtan, toleranstan, karşılıklı anlayıştan, düşünce ve din özgürlüğünden, demokrasiden, barıştan, kadın ve erkek eşitliğinden söz etmişti. Toplantıya türbanlı bir kaç kadın da katılmıştı. En arka sırada oturuyorlardı!

Alman medyasının cemaati eleştirmeye başlaması artık çoğu politikacının da gözünü açmış gibi. Berlin'de Sol Parti, Stuttgart'ta Hıristiyan Demokratlar (CDU) verdikleri soru önergeleriyle dikkatleri çektiler. Çoğunluk sınırsız şeffalık talep ediyor! Görüştüğüm politikacılar "konunun üzerine sürekli gideceğiz" diyor. Kuzey Ren Vestfalya İçişleri Bakanı Ralf Jaeger kısa süre önce yaptığı açıklamayla Erdoğan'la Gülen arasında yaşanan depreme dikkatleri çekti. Onun hemen ardından Ren-Pfalz Eyaleti İçişleri Bakanı Roger Lewentz, Federal İçişleri Bakanı'ndan Gülen hareketinin tüm Almanya çapında çalışmalarının izlemeye alınmasını talep etti. Yine aynı günlerde Baden-Württemberg Anayasayı Koruma Örgütü yaptığı bir açıklamayla, Gülen'in görüşlerinin inanç özgürlüğü ve özgür demokrasinin temel ilkeleriyle bağdaşmadığını ve yakın gelecekteki çalışmalarında bu konuya ağırlık vereceğini belirtti. Fethullah Gülen'in geçmişte Almanya'da dağıtılan bazı yayınlarında "özgürlükçü demokratik düzenle çelişki içinde" olduğuna da dikkatleri çekti. Baden-Württemberg Anayasayı Koruma Örgütü'nün 3-4 ay sonra Eyalet Meclisi'ne yeni bir "Gülen Hareketi raporu" sunması bekleniyor.

www.ahmet-arpad.de