21 Mayıs 2010

Burhan Arpad'lı Yıllar...

Cumhuriyet 21.05.2010
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL

Bu satırları yazdığım 19 Mayıs Çarşamba, gazeteci, yazar ve çevirmen Burhan Arpad'ın doğumunun 100. doğum yıldönümüne rastlıyor. 17 Mayıs Pazartesi günü, Arpad'ı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin salonunda düzenlenen bir toplantıda, Cemiyet Başkanı Sayın Orhan Erinç'le birlikte, bir izleyici topluluğunun katılımıyla andık.
 
Bir hafta kadar önce, toplantının ayrıntılarını görüşmek üzere, Cumhuriyet'te sevgili İbrahim Yıldız'ın odasında bir araya geldiğimizde, Orhan Erinç söze: "O kadar çok yanı vardı ki!" diyerek başlamıştı. Evet, tuhaftır; kimi zaman bir insanın aslında ne kadar çok yönlü olduğunu, o yaşarken, pek fark edemeyiz. Daha doğrusu, her birimiz o insanın ancak bizi ilgilendiren yanları üzerinde odaklanırız. Bir hayat, çoğu zaman ancak günü gelip noktalandıktan sonra genel bir değerlendirmenin konusu olabiliyor.
 
Benim Burhan Arpad'la tanışmam yetmişli yılların başına, İstanbul'daki Avusturya Kültür Ataşeliği'nde çalıştığım döneme rastlar. O sıralarda henüz çevirmen değildim; sadece çok hevesli bir çevirmen adayıydım. Bir gün Kültür Ataşesi Prof. Hans E. Kasper'i ziyaret eden Burhan Arpad, onun yanından çıktıktan sonra bana geldi ve Altın Kitaplar Yayınevi için oğlu Ahmet Arpad'la birlikte "Sosyal Gerçekçilik Açısından Alman Edebiyatı" başlıklı bir seçki hazırladığını, bu seçkide yer alacak bazı metinleri benim çevirmemi istediğini söyledi. Bana gelmesi, sanırım sevgili Doğan Hızlan'ın yönlendirmesiyle olmuştu. Önerdiği metinler Schiller ve Goethe'ye ait olduğundan, biraz ürktüm. Ancak Burhan Arpad, o sonraki yıllarda sıkça karşılaşacağım sevecenliği ile karşılaşabileceğim güçlüklerde bana memnuniyetle yardım edeceğini söyledi.
 
Çevirmen Ahmet Cemal, ilk kez o kitapla birlikte ortaya çıktı. Ve Burhan Arpad, benim çeviri alanındaki ilk hocam oldu. Onun bu hocalığından, engin hoşgörüsüne sığınarak, sonraki yıllarda da hep yararlandım. Ne zaman başım sıkışsa, özellikle akşam saatlerinde, evine telefon ederek bir şeyler danışmaktan ve sormaktan hiç çekinmedim. Beni yönlendirmeleri sırasındaki titizliği ve araştırmacı yanı, sonradan hep onun örnek aldığım nitelikleri oldu.
 
Fakat onu örnek alışım, bu kadarla sınırlı kalmadı. Zamanla Burhan Arpad'ın çevireceği yazarları hangi ölçütlere göre seçtiğine dikkat etmek de benim için önem kazanmaya başladı. Stefan Zweig, Anna Seghers, Thomas Mann, Erich Maria Remarque, Joseph Roth, Fritz Habeck ve diğerleri; bunların tümü, edebiyat açısından taşıdıkları değerin yanı sıra, hümanist ve toplumcu dünya görüşleri nedeniyle de sivrilmiş yazarlardı. Bu olgu, karşımıza dünya edebiyatından çevireceği yazarları seçerken, içinde yaşadığı kendi kültür iklimine nelerin getirilmesinin yararlı olacağı sorusuyla da sürekli hesaplaşan bir çevirmen ve düşünür kimliğini çıkarıyordu. Sonraki yıllarda bu kimliği, kendi çeviri uğraşım bağlamında elimden geldiğince örnek almaya çalıştım.
 
Burhan Arpad, çalışma ile yaşamayı ve yaşananlar ile hesaplaşmayı bütünüyle özdeşleştirmeyi başarabilmiş ender aydınlarımızdandı. Sanki dünyaya hep çalışmak için gelmiş dev bir karıncaydı. Daha çevirmenlikte emeklemeye başladığım yıllarda böyle bir hocaya kavuşabilmiş olduğum için mutluyum.
 
Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

19 Mayıs 2010

Burhan Arpad 100 Yaşında

Cumhuriyet 19.05.2010
ÇED KÖŞESİ
OKTAY EKİNCİ


Bugün yedi düvelin çullandığı güzel vatanımızda özgürlüğümüzü kazanmamızın "ilk adım" günü...

91 yıl önce Samsun'da başlayan yürüyüşün dünyayı hayretler içersinde bırakan kahramanlıkla ulusumuza armağan ettiği bağımsız ve laik Cumhuriyet, sadece bizim değil, insanlık tarihinin de yüz akıdır.

O efsanevi vatanseverliğin destanlaşmış onur savaşını kuşaktan kuşağa en yüce gurur kaynağımız yapan Mustafa Kemal Atatürk ve tüm ulu büyüklerimizi bir kez daha kutsuyor, kucaklıyoruz...

Yurtsever 'kentsever'

Yine bugün, aynı vatanseverliği aynı onurla yaşayarak, bizlere "yurtsever kentsever"liği öğreten; Cumhuriyet gazetesinin kente ve çevreye "Kuvayi Milliye ruhuyla" sahip çıkması geleneğinin korkusuz kalemi Burhan Arpad'ın da 100. doğum günü...

19 Mayıs 1910'da Mudanya'da doğduğunda, ülkesini karanlıklardan kurtaracak o "kutsal isyan"ın 10 yıl sonra aynı gün başlayacağını elbette bilmiyordu...

3 Aralık 1994'te İstanbul'da yaşama veda ettiğinde, ülkeyi yeniden karanlığa sürüklemek isteyenlerin sadece laik Cumhuriyete değil, kentlerimize, doğal ve kültürel değerlerimize, yaşam kaynaklarımıza da "aynı hırs"la saldırmalarının "rastlantı olmadığı"nı bilen ve sorgulayan gazetecimiz olarak basın tarihimize geçiyordu...

Arpad'ın gazetemizdeki "Hesaplaşma" köşesi yağmacıların, neden hep "gericilik"le sarmaş dolaş olduklarının eşsiz belgeselidir. Bugün Cumhuriyetin kazanımlarını yok etmeye "reform" diyenlerin, aynı zamanda kıyılardan sitlere tüm güzelliklerimizi pazarlama yasalarına da imza atmalarındaki "koşut"luğu merak edenler, yaşadığımız sürecin "80 sonrası"nda hazırlanan "altyapı"sını gazetemiz arşivindeki 'Hesaplaşma'lardan izleyebilirler...

Dahası, yine şu anayasa değişikliği için "12 Eylül artık yargılanacak" diyenlerin, aynı 12 Eylül'ün talan yasalarından tam 30 yıldır nasıl bir iştahla yararlandıklarını; faşizmin yağma düzenlemelerini kaldırmak yerine nasıl genişleterek uyguladıklarını, Arpad'ın kitaplarından öğrenebilirler...

Aydınlanma emektarı

Gözü pek yazarımız "çevirmen" olarak da aydınlanma yürüyüşümüze eşsiz katkılarda bulunmuştur.

Dünya edebiyatının ünlü isimlerini okuduysanız; örneğin Erich Maria Remarque'un "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" ve "Dönüş Yolu"yla… ya da Stefan Zweig, Anna Seghers, Joseph Roth, Odon von Horvath, Thomas Mann, Ingeborg Bachmann, Fritz Habeck, Ignazio Silone, William Saroyan, Henry Wallace, Şalom Aljehem, Dimitir Dimov, Haşek, Silanpaa ve Istrati'nin eserleriyle tanıştıysanız, tüm bu büyük isimlerle "Türkçe" kurduğunuz beraberlikleri Burhan Arpad'a borçlusunuz.

Arpad edebiyat yaşamına 1936'da Servet-i Fünun dergisinde başlamış, Hürriyet, Memleket ve Vatan'da muhabirlik yapmıştı. Özellikle ilerleyen yaşlarında "genç"lerin yurt ve çevre bilinciyle yetişmelerine öncülük eden "Alnımdaki Bıçak Yarası" (1968), "Hesaplaşma" (1976), "Direklerarası" (1983), "Yok Edilen İstanbul" (1983) ile ölümünden sonra yayımlanan "Bir İstanbul Var İdi" (2000) kitaplarını bugünün kent ve ülke yöneticilerine "ders" olarak okutabilsek...

Büyük üstadımız, yine bugünlerde "1 Mayıs Meydanı" özlemleriyle gündeme gelen Taksim'in asıl adının "Cumhuriyet Meydanı" olduğunu da "Yok Edilen İstanbul" adlı kitabında şöyle anımsatıyordu:

"Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk anıtı Taksim'de yapılmış, çevresinde küçük, ama derli toplu bir alan oluşmuştur. 'Taksim Cumhuriyet Anıtı ve Alanı' İstanbul'da Türkiye Cumhuriyeti'nin sembolüdür..."

Emeğin ve alınterinin de yılmaz savunucusu olan "Cumhuriyet devrimcisi" yazarımız Arpad'ı, 100. doğum yıldönümünde saygıyla anıyoruz... 

16 Mayıs 2010

Varoluşun dayanılmaz hafifliği

Cumhuriyet 16.05.2010
STUTTGART
AHMET ARPAD
 
Oturmuş göl kenarındaki tahta iskeleye, sallandırmış çıplak ayaklarını sulara, anlaşılmaz bir şeyler mırıldanıyor. Çevre çok sessiz, doğa uzun süren kış uykusundan yeni yeni uyanıyor. Göl kıyısındaki, dalları sulara değen ağaçlar yeşermiş, ıslak çimenleri rengârenk çiçekler bürümüş. Tahta sıralardan birine oturuyoruz. Adam bizi görmüyor, kendinden geçmiş gibi. Mırıldandığı şeyler yabancı bir dilde. Bir yandan da hafifçe sallanıyor. Gölün durgun sularına kuşlar inip kalkıyor, güzel renkli ördekler, peşlerinde yavruları bembeyaz kuğular kıyı yakınında yiyecek bir şeyler arıyor. Adam susuyor. Şimdi hiç kıpırdamıyor. Az sonra ayağa kalkıyor ve bizi görüyor. Gülümseyerek yanımıza sokuluyor, karşımızdaki boş sıraya oturuyor. Biz sormadan konuşuyor: "Ne güzel bir gün, ne güzel bir doğa!" Sesi çok usul, şarkı söyler gibi. Giysileri bembeyaz. Gülümsemeye devam ediyor. Yanımdaki tanış, kim bu tuhaf adam, der gibi bana bakıyor.
 
"İnsan yüreği hep buradaki çiçekler gibi açmalı..." Başını çevirip doğaya bakıyor, ayağa kalkıyor, dans eder gibi kendi etrafında dönüyor. Biz hâlâ suskunuz. "Gülümse ve sev... Sevmeye hep devam et..." Yine kendi dünyasına dalmış gibi. "Sen sevdikçe seni seven de olacaktır..." Çimenlere doğru yürüyüp menekşeler topluyor, kollarını havaya kaldırıyor, bale yapar gibi birkaç adım atıyor, dönüyor. Dudaklarında hep bir gülümseme. Gidip kıyıdaki sazların arasında oturuyor, gözleri kapalı güneşe bakıyor. "Gel, kalkalım" diyor tanışım. "Yolumuza devam edelim." Stuttgart'ın kuzeyindeki ormanlarda uzun bir yürüyüşteyiz. Trenle Murrhardt'a gelmiştik, orman yollarından Schwaebisch Hall'e gitmekti amacımız. Yöre her mevsimde güzel. İlkyazın bu ılık günlerinde, böyle bir doğada insan kendine geliyor, canlanıyor. Irmaklar, dereler, göl ve gölcükler, yeşil yamaçlar ve çayırlar, korular, ormanlar... Kızıl çamlar, ladin ağaçları, kayınlar, akça ağaçları, dişbudaklar, gürgen ağaçları... Az sonra ağaçlar bitiyor, üzüm bağlarıyla kaplı yamaçlarda uzanıyor yol. İkimiz de konuşmuyoruz. Buralar büyük kent insanının nefes alabildiği bir yöre, doğanın ciğeri. Yüzlerce kilometrelik yürüyüş ve bisiklet yollarıyla, balık avlanan, kürek çekilen, yüzülen küçük gölleriyle, yöresel yemek ve şarapların sunulduğu lokanta ve şaraphaneleriyle bir doğa cenneti. Uzaktan Rosengarten görünüyor. Tanışım, sanki aklımdan geçeni okumuş gibi: "Burada mola verelim" diye konuşuyor. Ne de olsa öğleyi bulmuştuk. "Köy girişinde küçük bir lokanta vardır. Bugün açıksa ne iyi olurdu."
 
Az sonra dışarı atılmış tahta masalarda, yanında patates salatası, içi ıspanak dolu Alman mantısı yiyip, yörenin şaraplarını yudumlarken keyifler yerindeydi. "Adamcağız meditasyon yapıyordu, rahatsız ettik" diye konuştu tanış. Anlamamış gibi suratına bakınca da devam etti. "Kim bilir hangi gurunun müridi?" Ben hâlâ, ne demek istiyorsun, diye ona bakıyor olacaktım ki konuşmasını sürdürüyor: "Belki de Bhagwan'ındır? Bizim enişte de 80'li yıllarda mistisizme meraklanmış, hatta taa Poona'lara gitmiş, gurunun yanında iki ay kalmış." Kadehimdeki son şarabı yudumlayıp, soruyorum: "Hindistan'a mı gitmiş?" Garson kadına işaret ediyorum. "Evet, onun müridi olmuş" diyor tanış. "O yıllarda Amerika'dan, Japonya'dan, Avrupa'dan genç yaşlı, ünlü ünsüz ona gider, gerçek benliğine kavuşmayı düşlerdi." Garson kadın ikinci kadeh şarapları getiriyor. Bu kadarı yeterdi, yoksa hedefe varamazdık bugün. Tanış devam ediyor: "Bhagwan, sonra ona Osho adını da verdiler ya, çevre etkisiyle sahte bir benlik oluştuğunu savlardı. Gelecek yüzyılda meditasyon dinsiz Batı zenginlerinin yeni dini olacaktır, sözü de onundur." Mistisizm üzerine bir şeyler daha söylüyor, ama benim bakışlarım ışıl ışıl doğanın güzelliğinde. Bana ne onun anlattıklarından! Anımsıyorum, Bhagwan için, modern zamanın en sahte ve zengin gurusu, diyenler de olmamış mıydı o yıllarda? Susuyorum. Gözlerimi hafif kısıyorum. Ötelerde, yamaçlar ardında hedefimiz tarihi kent Schwaebish Hall. Daha ötelerde, kuzeyde, Main nehri ve daha çok ormanlar, akarsular, göller, yüzlerce kilometre yürüyüş yolları...
 
www.ahmet-arpad.de