28 Ağustos 2007

'Bir İstanbul Var idi'

Cumhuriyet 28.08.2007
AYNA
ADNAN BİNYAZAR

Burhan Arpad 1994 yılında aramızdan ayrıldı.
Yazar ölümleri buruk bir eksiklik duygusu yaratıyor insanda. Arpad'ın yazılarından oluşan "Bir İstanbul Var idi" adlı kitabını okurken, özellikle İstanbul'la ilgili gözlemlerini yazdığı her satırda bu burukluğu yaşadım.
Arpad uzun yıllar köşe yazarlığı yaptı, dergilere yazılar yazdı, nice önemli çeviriye imza attı. Seksen dört yıllık yaşamının hiçbir dakikasını boş geçirmedi.
Şu günlerin edebiyat ortamında yaşanan üslup savrukluğu, Arpad'ın dolaysız, o ölçüde de yalın anlatımının ne denli değer taşıdığını göstermeye yetiyor.
****
Deneme türüne duyduğum ilgiden dolayı, Arpad'ın yazdıklarını yakından izlerdim. Kişiliği de üslubu gibi yalındı, içtendi. Kalemini doğayı, insanı, çevreyi bir kültür varlığı olarak algılayıp onların sonsuzca yaşaması yolunda işletirken, sevgi üretecek güzelliklerin yok olup gitmesine başkaldırıyordu.
Yıkımların, ardında korkunç bir görünüm bırakacağı kaygısıyla, bunu ilgililerin kafasına sokmaya çalışıyordu. Şu kısa alıntıda da görüldüğü gibi, yitip giden güzelliklerin yerini nelerin alacağını gerçekçi gözlemlerle dile getiriyordu:
"1950'den günümüze iki katlı, yoksul görünüşlü tahta evlerin bahçeciklerini de yutuveren beton yığınları, İstanbul'u sildi süpürdü. İstanbul büyüdü, büyüdü. Amerikan sinemacıların azman yaratığı King Kong benzeri bir canavar oldu..."
Fantastik sinemanın olağanüstü güçlere sahip bu yaratığı, avcunun içine bir kadını sığdıracak kadar devasa bir canavardır.
King Kong'un bilinçten yoksun beyni şimdi İstanbul'un arta kalan güzelliklerini, yeşilliğini, tarihini, kültürünü yok edip kentin yaşamsal soluğunu kesmeyi düşünüyor.
Sormanın tam zamanı:
İstanbul adlı o "narin kadın" ı, bu çağ azmanının avcundan kim çekip alacak?..
****
Nurullah Ataç , kültürü güzelliğin ölçüsü sayardı. Ona göre güzelliğin göstergesi beyindir. Ataç'ın denemelerini okurken, güzellik deyince, kimsenin gözünde, süslü libaslara bürünüp gerdirilmiş yüzleriyle ekranda gerdan kıran televole kızları canlanmazdı.
Günümüzde, insanın dışından çok beyninin içini gören Ataç'ın güzellik anlayışı, kimilerince, nerdeyse ütopya ülkelerinin düşsel kişileri gibi algılanacak...
Arpad da, denemelerinde, İstanbul'un vitrin güzellikleri üzerinde durmuyor.. ta çocukluk dönemlerinden başlayarak doğayla, insanla bütünleşmiş kültürel güzelliklerini ele alıyor. Kentin töreleşmiş yaşayışının, insanı insan kılan inceliklerinin yok olup gidişinin ıstırabını duyuyor.
Karagöz oyunlarının oynandığı "hayal perdesi" nden başlayıp tiyatrolara, konser salonlarına, eğlence alanlarına, sinemalara kadar genişletiyor eleştiri alanını.
****
Yeniden düzenlemelerle İstanbul'u deneme tahtasına döndürdüler. Başlatılan iyi işlerde bir ilerleme yok.
Dünyanın önemli kültür odaklarından biri olma yolunda gelişmesi gereken İstanbul'da bugün bile, kültür merkezlerini yıkıp yerine cami kondurmak isteyenler var.
Ne acı!..
Kültürle donatma uğruna, İstanbul'u besleme kültür ürünleriyle cilalamanın da göstermelik olduğu inancındayım.
Önemli olan, İstanbul'un kültür adına ne ürettiği, bu üretimin halkla ne ölçüde kaynaştığıdır.
O zaman dışarıdan almaz, dışarıya gönderir.
adnan@binyazar.com

26 Ağustos 2007

'Kara tren gelmez m'ola...'

Cumhuriyet 26.08.2007
AHMET ARPAD
STUTTGART

...düdüğünü çalmaz m'ola / Gurbet ele yar yolladım, mektubumu almaz m'ola.
 
Biri ötekinden şişman. Adam açık pencereden dışarıya bakıyor. Yanımızdan ağır ağır geçen doğayı seyrediyor. Dudaklarında sürekli bir gülümseme. Çok mutlu gibi. Evler, yemyeşil yamaçlar ve otlayan ineklerle koyunlar. Bir şeyler söyleyip gülüyor. Karşısında oturan kadın ise doğa ile pek ilgilenmiyor. Elindeki boyalı gazozu yudumluyor, arada sırada adama yanıt veriyor. İki şişman dört kişilik yere zor sığmış. Hava sıcak. Pencerelerden giren esinti biraz olsun ferahlatıyor. Bir sıra ötede yaşlı bir karı koca oturuyor. Kadın yetmişinde, adam seksenine merdiven dayamış. İkisi de uzunca boylu, şık ve az da cakalı. Tatile gelmiş Hamburglular olabilirler. Daha çok adam konuşuyor. Çocukluğunda, bombalanacak diye trene binmekten korktuğunu anlatıyor. Kadın suskun, dışarısını seyrediyor. Bizim kompartımanda başkası yok. Yandaki ise dolu. Orta yaşlı insanlar, el kol hareketleri ile heyecanlı bir şeyler anlatıyorlar birbirlerine. Ne dedikleri duyulmuyor. Dolu kompartıman sessiz. Çünkü o "konuşanlar" dilsiz...
 
Kara tren oflaya puflaya tırmanıyor tepeye, giderek yavaşlıyor. Zorlanıyor. Bacasından kara dumanlar çıkıyor, ardından beyaz. Masmavi gökyüzü renkleniyor. Fotoğraf çekenler pencerelerden sarkıyor bellerine kadar. Makinist düdüğe asılıyor. Kara trenin çığlığı yamaçlara, ötelerdeki ovalara uzanıyor. Öküzler trene şöyle bir bakıyor, kimisi ürküp kaçıyor... Az sonra Maselheim istasyonuna giriyoruz. Birkaç dakika mola. İnen yok, gençten birkaç kişi biniyor. Makinist ile yardımcısı aşağı atlayıp, lokomotifin çevresinde şöyle bir dönüyorlar. Warthausen'den buraya 50 dakikada gelmiş, 300 metreden 600 metreye çıkmıştık. Dokuz vagonlu tren şimdi inişe geçiyor. Son istasyon tarihi manastırıyla ünlü Ochsenhausen. Seksen yıllık 99 716 numaralı lokomotif 400 beygir gücünde, 42 ton ağırlığında. Raylar dar, sadece 75 santim, en yüksek hız saatte 20 kilometre!
 
1899'da Kral II. Wilhelm döneminde Warthausen ile Ochenhausen arasında inşa edilen demiryolunda kara tren 1964'e kadar köylüleri, işçileri, öğrencileri bıkıp usanmadan taşıyıp durmuş. "Öchsle" yirmi yıldır bir "müze tren". Buharlısever gönüllülerin 1983'te kurduğu dernek (www.oechsle-bahn.de) çok başarılı çalışıyor. Restore ettikleri buharlı lokomotifler 99 716 "Rosa" ve 99 788 "Berta" 1 Mayıs-28 Ekim arasında haftanın üç günü tarihi vagonları peşinden çekip götürüyor. Yakından ve uzaktan gelen, çoğu erkek "kara tren" çılgınlarını gün boyunca çocuklar gibi sevindiriyor.
 
Türkiye'nin çeşitli depolarında ve istasyonlarında kocaman, dev gibi buharlılar, yanılmıyorsam elli kadar, paslanıp çürüyor. Elden geçirilmiş tarihi lokomotifler sadece Çamlık ve Ankara müzelerinde durmakta. Almanya'nın çeşitli kentlerinde küçücük de olsalar eski buharlılar değerlendiriliyor, turistik amaçlı kısa geziler yapılıyor. Bizim TCDD ise elindeki paha biçilmez hazineyi doğru dürüst değerlendiremiyor. Depolarda çürümeye bırakılanlar bir elden geçirilse, özellikle Doğu Anadolu'nun harika doğasında sürekli düzenlenecek gezilerle her yıl başta Almanya olmak üzere Avrupa'nın birçok ülkesinden "zengin ve çılgın" on binlerce buharlıseveri ülkeye çekerdi!
 
Aşağılarda Ochsenhausen. Kocaman kiliseyle manastırın kuleleri göğe yükseliyor. Buharlı hızlanıyor. Uzun bir düdük. Kentin ilk evleri, bahçeleri. İnsanlar el sallıyor. Şişman karı koca veda edip, iki vagon arasındaki sahanlığa çıkıyor. Bir an için çocukluğuma dönüyorum. Florya plajına yüzmeye giderdik, Sirkeci istasyonundan bindiğimiz buharlı banliyö treniyle... Yolcular akın akın trenden iniyor. Çoğu az ötedeki bira bahçesine hücum ediyor. Bizler de manastırı, kilisesini ve salonlarındaki Joan Miró sergisini yeğliyoruz. Warthausen'e dönüşe daha dört saat var.
 
www.ahmet-arpad.de