1 Ocak 2007

Yitirilmiş 1940 kuşağı ve Burhan Arpad

İspanya iç savaşına ve Nazilere karşı çıkmış, sosyal gerçekçi akımın öncüsü olmuş bir edebiyatçılar kuşağından gelir Burhan Arpad. Bireysel içedönük bunalımları işleyen genç kuşaklar arasında o çevreyi arayan Arpad 1940 kuşağından ayakta kalabilmeği başarabilmiş bir kaç edebiyatçıdan biridir. Siyasal baskının bu kuşak üzerindeki yoğunluğu, dağılışlarının ilk aşaması olur. Topluluk bölününce, kendi kabuğuna çekilen bireylerden bazıları yön değiştirir. Yeni eğilimlere katılmakla güçlerini bu yolda sürdürebileceklerini sanırlar. Edebiyat alanına, gerçekdışı anlayışlarla donatılarak itilen kişiler kendi aralarında gruplaşarak kuşaklar arası birleşmeyi keserler. Yön değiştirenler sotada kalır, olumlu yolda yürümekte direnenler toplu bir güç olmak niteliğini yitirirler ve böylece sosyal gerçekçi akımı sürdüren kuşaktan ses gelmez olur.
1940 kuşağı öylesine parçalanır ki, tek kalan yazarlardan hiç biri edebiyatın üzerine çöken karanlığa başkaldıramaz. Burhan Arpad’ın da öykücülüğünü ve yazarlığını sürdürmesi ”Hak belleği yolda tek başına gideceksin” ilkesi uyarınca olmuştur. Arpad daha 1940’larda sevilen ve beğenilen öykücülerimizden biridir. İlk kitabı olan ”Şehir – 9 Tablo” çok övülmüştü. Onun hep izlediği gerçekçi yolun, edebiyatımızın iki büyük ustası Sabahattin Ali ile Sait Faik Abasıyanık arasındaki yörünge üzerine oturduğu açıktır. Arpad yazılarında da bu yolu izler ve toplumsal olayların en karmaşık biçimlerinin büyük kentte toplandığını her zaman aynı dikkatle göz önünde tutar. 
İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’ya yayıldığı, psikozunun da savaş dışında kalan ülkemizi sardığı dönemde Burhan Arpad dar gelirli küçük bir memurdu. ”Bilmem kaç lira, kaç kuruş”un hesabını yapa yapa aylar, yıllar geçirdi. Fakat bir süre sonra özel girişimi dar gelirliliğe yeğ tuttu. ABC Kitabevi işine katıldı. O günden sonra da yaşını hep kalemiyle sağladı. 
Arpad’ın yazarlığı iş edinmesi, onu öyküden başka türlerle de ilgilenmeye zorladı. Tiyatro eleştirileri, çeviriler ve başka çalışmalar çoğu zamanını dolduruyordu. Savaş psikozunun kent üzerindeki ağırlığı da günden güne yoğunlaşıyor, yoksulluk ve salgınlar kenti kasıp kavuruyordu. Öte yandan vurguncu, istifçi, karaborsacı ve hacı ağalarla benzenmiş bir çıkarlar zümresi, yoksullaşan halkın gözü önünde har vurup, harman savuruyor, mihvercilerin zaferi için beş vakit dua ediyordu.
Sosyal gerçekçilik akımının öncüsü bir genç yazarlar topluluğu, resim, şiir, öykü ve yazılarıyla bu Nazilerden yana vurguncuları ele aldıkça yönetici çevrelerin hışmına uğramakta, resimleri, şiirleri, kitapları ve dergileri toplatılarak sürülmekte, ya da hapislere atılmaktaydı. Devlet mekanizmasının A’dan Z’ye bozuk olduğunu açıklayan başbakan Refik Saydam’ın ölümünden sonra evinde istiflenmiş pek çok erzak ve top top İngiliz kumaşı bulundu. 
Burhan Arpad, bu dönemde edebiyatta sosyal gerçekçiler arasında yerini almıştı. ”Dolayısıyla” adlı kitabında topladığı öyküleri bu yıllarda yazmıştır. ”Sinema salonlarından gazete ve duvar ilanlarına kadar bir büyük kenti” anlatan öykülerinin başlıca niteliği, birbiriyle hiç bağdaşmayan karşıtlıkların kent yaşamına ne ölçüde egemen olduğunu yansıtmaktadır. O yılların önemli tanıklarından biri olan Oktay Akbal ilerde Vatan gazetesinde şunları yazmıştır: 
”Arpad’ın insanları küçük serüvenler, küçük düşler besler. Geçinmek ve yaşamak başlıca kaygılarıdır. Fakat bunu nice zorluklar, nice çarpışmalarla sağlayabiliyorlar... Büyük kentte hayat pahalılığı devinin ezdiği küçük kişiler... Arpad’ın tekniği bu öykülerin yazıldıkları yıllara göre ilerdeydi...” 
Burhan Arpad o dönemde belge toplayan bir araştırmacı, bir sosyolog, ya da bir röportajcı gibi çalışmıştır. ”Cinayeti Yazıyor”, ”Burun ve Eller”, ”İlanlardaki Şehir” ilk bakışta insanı yanılgıya düşüren bir izlenime götürür. Edebiyattan arıtılmış kuru bir saptama sanılabilir bu öyküler. Oysa anlatımın hareketliliği, canlılığı yanında güçlü bir içermeyi de kapsarlar. Öyküleri okuduktan sonra belleğimizde bir röportajın verilerini aşan bir şeyler kalır. Bu kalanlar, öykünün ilk anda anlaşılmaya, fakat zamanla algılanan sosyal içeriğidir. 
Arpad’ın öyküde denediği bu teknik çaba, yeni bir atılım olarak belirir ve onu Sabahattin Ali ile Sait Faik Abasıyanık gibi iki büyük ustanın arası bir alana oturtur. Fakat yine de zaman zaman öykülerinde duyarlılık yoğunlaşıverir. Ve yazar kendini bundan kurtaramaz. Kurtarması da gerekmez. 
Burhan Arpad’ın öyküleri burada anımsatmaya çalıştığım iki kitapla bitmiyor. ”Şehir-9 Tablo” ile ”Dolayısıyla”nın ardından yayınlanan ”Taşı Toprağı Altın”da daha yakın bir dönemin öykülerini toplar. Bu arada yazarın değişik türler üzerine yaptığı çalışmalardan belki de en olumlu sonucu vereni, biyografik bir öyküdür: ”Komik Naşit Naşit Beyin Hikayesi”. 
Çok beğenilen bu kitap üzerine Tahir Alangu Vatan gazetesinde şunları yazar: ”Konuyu yaşamöyküsel türde ele alan Burhan Arpad’ın, başkalarının pek beceremeyeceği bir işi başardığını söylemeliyim...” Sosyal gerçekçi akımın öncü yazarlarından Samim Kocagöz de Yeditepe dergisinde Arpad’ın bu eseri üzerine şunları yazar: ”Bu yolda çalışması hem bir boşluğu doldurmakta, hem de öykücü kişiliğinden gelen yeteneğini büsbütün ortaya koymaktadır,” diyerek Arpad’ın biyografik öykücülüğünü övmekte, onun bu türde çalışmalarının devamını istemekte idi. Her şeye karşın biyografik öykü türünde ”Komik Naşit Beyin Hikayesi” tek eser olarak kalmıştır. 
Yine de Burhan Arpad’ın bu türe yakın çalışmaları da olmadı değil. ”Perde Arkası”, ”Oyun-6 Tablo”, ”Operet-8 Tablo” kitaplarında da hep kuliste geçenlerin öyküleştirilmiş anıları yer almaktadır. Tulûat, operet ve öncü tiyatronun bir arada yaşadığı sanat ortamının kendine özgü yaşamını Arpad çok canlı tablolar halinde anlatır. Bu arada kişilere değinen ve anlatımlarında röportaj-öykü denebilecek bir anlatım şekline yönelir. 
Burhan Arpad bir yandan öykücülüğünü bu tür çalışmalarla gerçekleştirirken, öte yandan gezi edebiyatı türünde de yoğun bir çalışma sonucu özlü eserler vermiştir. ”Tuna’dan Kuzeye Avrupa”, ”Uçuş Günlüğü”, ”Gezi Günlüğü”,”Avusturya Günlüğü”... Bu arada gazetecilik, sinemayla yakın ilgiler, seyrek de olsa küçük öyküler, makaleler ve çeviriler. 
Yazarlığı iş edinip de yaşamını kalemine dayayan kişilerde bir düzey tutturamayış belirir zamanla. ”Yazar kanıksamış” denir, yorulmuş, ya da tükenmiş denir. Arpad bu genellemenin dışında kalan çok az imzadan biridir. Altı, yedi yıl sürekli olarak Vatan gazetesinde köşe yazısı yazmıştır. Gazetecilikte, yazarlıkta en ince işlerden biridir köşe yazarlığı. Bugüne dek günlük basında pek çok köşe yazarı görülmüştür, ancak iyi köşe yazarlarımızın sayısı yine de bir elin parmakları sayısını geçmemiştir. Çünkü onun işi, uzun süreli yorum ve yargılar getirmek değildir. Köşe yazısının etkileme süresi 24 saati pek geçmez. Bu nedenle köşe yazarı üstün bir anlatım gücüne sahip olmalıdır. Burhan Arpad yerini dolduran bir köşe yazarıydı. Hatta bazı eleştirmenlere bakılırsa onun yazarlığında en ileri aşama bu alanda belirmiştir. 
Arpad öykü yazmanın dışında öykücülüğünü geliştirecek başka edebiyat çabalarından da geri kalmamıştır. Gezi günlüklerinin ve tiyatro kitaplarının ötesinde çevirmen olarak da öne çıkmaktadır Burhan Arpad. Onun gerçekten titiz bir çevirmen olarak da oldukça geniş bir ünü vardır. Nedir onu usta bir çevirmen yapan? Israrlı ve titiz çabası mı? Bana kalırsa Arpad’ın çevirdiği yazarlarda belli bir nitelik aramasıdır onu ustalaştıran. Gözünün tutmadığı yazarları çevirmekten hep kaçınmıştır, yoksulluk bahasına da olsa. Remarque, Zweig, Habeck, Dimov, Segers’i onun Türkçe’siyle okumak istiyor okurlar...
Burhan Arpad’ın öykücülükten başka dallardaki çabalarını böylece özetledikten sonra yeninden öykülerine dönelim. 
”Taşı Toprağı Altın” adlı kitapta topladığı öyküler de daha öncekilerden pek ayrıcalı değildir. Yine büyük kentin yaşamını yansıtan tablolar karşısındayız. ”Bir Boğaz Sabahı”nda balıkçı Halil’in sessiz sedasız ölümünden, bir tokatla silkinip gerçekleri kavrayıveren işçi Enver’e kadar bir takım insanlarla başka bir takım insanlar karşı karşıyadır. Sadece insanlar mı? İnsanların değerleme yargıları köpekleri bile ikiye ayırmıştı. Yazar, bir mayıs sabahı öldürülen bir sokak köpeğini güçlü bir duyarlıkla anlatırken bu ayrışımı da belirtiyor: 
”Ürkek bakışlı sokak köpeğinin bir çöp arabasında götürüldüğü günün akşam gazetelerinde korkunç haberler vardı. Köyleri bombalayan uçaklar, karısını bıçaklayan kocalar, yavrusunu boğazlayan analar, sevgilisini doğrayan delikanlılarla ilgili sayfalar dolusu haber ve fotoğraflar. İnsanları ısırmasın diye öldürülmüş bir sokak köpeğinden ise söz açan tek satır yoktu. Boyunları tasmalı ve zincirle bağlı köpekler, bahçelerde ve evciklerinde tutsak, fakat mutlu, tuhaf sesler çıkarıyordu...”
Bu öykünün konusu, Ömer Seyfeddin ile Reşat Nuri’ye yabancı değildir. Ne var ki onlar öyküyü daha bir başka bitirirler, böyle bir sonuca varmayacak şekilde kurarlar öyküyü. Olayların kavranmasında beliren bu ayrılık, sosyal gerçekçi akımı benimseyen kuşakla daha öncekiler arasında en büyük uçurumu oluşturmuştur. Dahası var, eskiler politik mücadele konularını edebiyatın dışında tutarlardı çoğu zaman. Sakıncalı bulurlardı politik sorunlara eğilmeği. Bir de politik mücadelenin dışında durdukları için bu konulara yabancıydılar. Sabahattin Ali’dir siyasal polisin odasını okurlara ilk gösteren. Bu bir rastlantı değildi. Politik evrimin gelişmeleri o yılların insanlarının günlük yaşamını etkilemeğe başlamıştı. Sabahattin Ali bu konuyu öykü türünde ilk ele alandır. Şiirde ondan daha önce, politik mücadelenin geleneği kurulmuştu. 
Hapishane yaşamının edebiyatımıza girişi değil, emekçi ve emekçiden yana olanlarla siyasi polis arasında olup bitenlerdir. Toplumda tabandan gelen tarihsel gelişmeyle, bu gelişmeyi önlemeye çalışan güçlerin karşılıklı tutum ve davranışlarıdır. Burhan Arpad da ”Bayram Sabahı” adlı öyküsünde bu konuyu işlemiştir. Çok partili demokrasi düzenine ilk geçildiği günlerde, emekçilerden yana kurulan bir partiye katılan bir işçinin sorguya çekilme olayını anlatır bu öyküsünde Arpad: 
"Kara suratlı herifin sırıtarak yapıştırdığı tokadın acısını da, daha sonraki sayısız tokadı da duymadı bile. Sadece hayatta ilk dayağı burada yediğini düşündü. Hem de evlenip, çoluk çocuğa karıştıktan sonra. Suçu olmayan kişiye dayak atılabileceğini aklı almıyordu... Gece ve karanlık, yüz on basamaklı çatı katında, fareli bodrumda kalmıştı. Karşı tepeleri aşan güneş, Haliç kıyılarına gündüzü, emek karşılığı mutlulukları ve bol ışıklar getiriyordu... Güçlü tornacı kolları sapsağlamdı. Fakat iç dünyası her yanından daha da sağlamdı...” 
Arpad, ”Taşı Toprağı Altın”daki öykülerinde sadece bir gözlemci değildir. O aynı zamanda olaylara katılarak onların nedenlerini açıklamakta, kahramanlarını bu sorunlar üzerinde düşündürmektedir. Artık Arpad, hareketleri, olayları saptamakta yetinmiyor, bunların insanlar üzerindeki etkilerini de inceliyor ve çoğu zaman bu algılanmış, bilinçlenmiş insanları öykülerinde canlandırıyor. 
Bu gelişme aşamasında – bunda yazarlığın çeşitli türlerinde çaba harcamış olmasının payını da söylemeliyim – önce bir öykü olarak düşündüğünü, fakat sonradan romana çevirdiği ”Alnımdaki Bıçak Yarası”nda önemli bir sorunu işlemektedir. Örgütlenmiş fuhuş mekanizması bütün ayrıntılarıyla bu kitabına konu olmuştur. 
Burhan Arpad’ın edebiyatımızın ”kızgın adam”larından biri sayılması, sosyal gerçekçi akımı besleyen 1940 ortamının şimdilerde var olmayışıdır. Bu ortamı yaratan toplulukların nasıl dağıtıldığını biliyoruz. Ancak 27 Mayıs’ın ardından bu koşullar değişmiş, sosyal gerçekçi akımı güçlendirmeye elverişli bir ortam hazırlanmıştı. Bireysel başkaldırı, ya da romantik devrimcilik doğrultusunda bir başka kıpırdanış genç yazarları kendi çevresinde toplamıştı. Yeni anayasanın getirdiklerinden bu çevre yararlanmıştı. Ancak sosyal gerçekçi akımı edebiyat alanına yanaştırmayanlar basın-yayın araç ve örgütlerine egemen olmuştur. Ve 1940 kuşağından hayatta kalanlar da teker teker ”kızgın adam” haline gelmiştir... 
Burhan Arpad’ın öykücü kişiliği üzerine bu yazımı kaleme alırken 30 yıllık dostluğun etkisi altında nesnelliğimi koruyamayacağımı biliyordum. Fakat başka türlü de yazamazdım bu yazıyı. Bir eleştiri değildir bu yaptığım iş. 30 yıllık dostluğun türlü ortak yaşantılarını, türlü anılarını bir kenara iteyim, yeterince nesnel olmaya çalışayım... Şunun şurasında Arpad’ın öykücü kişiliğini belirten bir sunu yazmışım... Ve bu olanaktan yararlanarak kuşağımızın çilesini açıklamışım, hepsi bu kadar...
Fahir Onger 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder