Cumhuriyet 02.04.2006
AHMET ARPAD
MÜNİH
MÜNİH
Bad Tölz’e uzanan yol karlı. Yaşlı
kadın başı önünde, bastonu elinde, karlara bata çıka yürüyor. Otobüsü kaçırmıştı.
Bu havada bir sonrakini beklemeye hiç de niyetli değildi. Kafasında bin
bir düşünce. Anılarında geçmişi yaşıyor. Yüzü dert ve hüzün dolu. Ötelerde
Bad Tölz. İsar nehri kıyısındaki tarihi yapılar. Yol az sonra yokuş aşağı
inmeye başlıyor. Sağa doğru bir viraj yapıyor. Karşıda kocaman bir yapı.
Yaşlı kadın duruyor, gözlerini kapatıyor. Anılarında geçmiş...
... “SS-Junker Okulu”nun kapısında
nişanlısını bekliyor. Genç adam az sonra hafta sonu iznine çıkacak. Birlikte
Bad Tölz’e inecekler, gezip tozacaklar, yemek yiyecekler. Nişanlısı yirmi
yaşında. Uzun boylu, geniş omuzlu. Sarışın ve mavi gözlü. Görür görmez
aşık olmuştu ona. Geçen yazdı. Çalıştığı çiftlikteki kızlarla bir pazar
günü Bad Tölz’e dansa inmişlerdi. Büyük bahçede izne çıkmış genç askeri
öğrenciler de vardı. Biri ötekinden yakışıklıydı. Sonra anlatmıştı diğer
kızlar SS-Junker Okulu’na güzel olmayan gençlerin alınmadığını. Hepsi de
sarışın, mavi gözlü ve çakı gibi olmalıydı. Berlin’den gelmişti kız bir
yıl önce Bavyera’nın doğası eşsiz bu yöresine. Dağlar, tepeler,çayırlar...
Çiftlikte çalışmaya yollamışlardı dört yıllığına. Almanya’nın tüm yörelerinden
gelmiş genç ve güzel kızlar çevredeki köylülerin yanında tarlalarda, bahçelerde,
ahırlarda canı gönülden çalışıyordu. Ülkelerinin kalkınması hepsinin ülküsü
idi... Annesi üniversite öğretim görevlisi, profesör babası uçak mühendisi
idi. Führer’e ve onun Almanya’yı güçlendireceğine olan inançları sonsuzdu.
Nişanlısına aşık olduğunda on yedi yaşındaydı. Genç adam son haftalarda
sık sık evlenmekten söz edip duruyordu. “Senden güzelini nereden bulacağım,”
diye iltifatlar yapıyordu. Nişanlısının büyük çiftlik sahibi ana babası
da: “Sizler birbirine yakışan çok güzel insanlarsınız,” diyordu. “Mutlaka
evlenmeli, ülkemize güzel çocuklar armağan etmelisiniz!”.
... Yaşlı kadın gözlerini açıyor.
Anılarından bugüne dönüyor. Sonra yoluna devam ediyor. Tren istasyonunun
önünden geçip, kilise alanına sapıyor. Kocasının ölümünün 50. yılıydı bugün.
Yakında, Tegernsee gölü kıyısında, şirin Bad Wiessee’de bir yaşlılar yurdunda
kalıyordu. Otuz altı yaşında ölen kocasının ardından iki kızını tek başına
büyütmüş, onları evlendirmiş, torun sahibi olmuş, kendisi ise bir daha
hiç evlenmemişti...
... Nişandan bir kaç ay sonra okulu bitiren kocasını hemen Berlin’e yollamışlardı. Kayınbabası artık çok mutluydu. “Bu vatana değerli bir evlat yetiştirmişim ben,” diye konuşup duruyordu. Altı ay sonra Berlin’den yazmıştı kocası: “Ben artık bir SS subayı oldum, hepiniz gurur duyun benimle!” Genç kadın sevinsin mi, üzülsün müydü?
... Kilisenin hemen yanındaki Gasthof
Zantl’ın kapısından içeri girdi. Cam kenarında bir masada oturuyordu Else.
Kocasının kız kardeşi hâlâ Bad Tölz’de yaşamaktaydı. Yetmiş beş yaşında
güzelliğini yitirmemiş, dinç görünümlü bir kadındı. Masaya sokulan yengesini
gurur dolu, sert bakışlarla süzdü. Birlikte yemek yiyecekler, ölüm gününde
kocasını anacaklar, şerefine kadeh kaldıracaklardı...
... Genç adamın ilk görevi doğu cephesinde
olmuştu. Aylarca haber alamamıştı ondan. Kaynanası arada sırada: “Polonya’da
sanırım,” derken gülümsüyor. “O ve arkadaşları en önde çarpışıyor bu vatan
için”. Çalıştığı çiftlikte diğer kızlar ona hem acıyor, hem de kocası SS
subayı olduğu için onunla gurur duyuyordu. Ancak çiftçinin büyük oğlu son
zamanlarda bir tuhaf bakmaya başlamıştı. Sonunda günün birinde yanına sokulmuştu:
“Kocanın ne yaptığından haberin var mı senin?” Sesi oldukça sert çıkmıştı.
“O görevi gereği insan öldürüyor. Kimseye acımıyor senin kocan.” Şaşırmış,
dili tutulmuştu. “SS’ler ölüme gider, onlar asker değil, savaşçıdır. Gözleri
ölümden başka bir şey görmez!” Adam bir şeyler daha söylemişti. Kulakları
duymuyordu genç kadının. “Hitler’in kara tarikatı... Nasyonal-sosyalist
ırk düşüncesine inanan ölüm robotları...”
... “Yaşasaydı şimdi 86 yaşında olacaktı,”
diye konuştu. Görümcesi bir tuhaf baktı suratına. “Onun gibi cepheden cepheye
yollanan birinin daha önce ölmediğine şükredelim,” diye mırıldandı. Polonya’dan
dönüşünde evlenmişlerdi. Eşi sekiz ay sonra cepheden geldiğinde genç kadın
hamileydi. Genç adam bu kez çok yorgun, suskun ve keyifsizdi. Yıllar sonra
yaptıklarından pişmanlık duyduğunu anlatmıştı: “Bizler gençliğini yitirmiş
insanlarız...” Savaşın son yıllarına doğru partiye üye olmadı diye Naziler
babasını da bir kenara atmışlardı. Adamcağız zamanla içine kapanmış, zayıflayıp
erimişti. 1944’ün Kasımında tank birliği ile Finlandiya’ya yollanan kocası
kısa süre sonra karnından ağır yaralı geri gelmişti. Fakat biraz iyileşir
iyileşmez bu kez de İtalya’da bulmuştu kendini. Savaşın son haftalarında
orada esir düşmüştü. Almanya artık doğudan ve batıdan sarılıyordu. Ruslar
Berlin’e girmeden az önce babası ile annesi kıyısında yaşadıkları Müggelsee
gölüne açılmışlar ve intihar etmişlerdi. Bir hafta sonra da kocasının Bad
Tölz’deki ana ve babası samanlıkta asılı bulunmuştu. Bavyera’ya giren Amerikalılara
teslim olmak istememişlerdi. Kocasına gelince, o son yıllarını sürekli
hastanelerde geçirmişti. Finlandiya cephesinde yediği Rus kurşunundan zedelenen
bağırsakları bir türlü iyileşmek bilmemişti. Ağrıları giderek arttığından
morfin vermeye başlamışlardı. Günün birinde odasında ölü bulunduğunda otuz
altı yaşındaydı. Yaşamına kendi eliyle son vermişti....
...Yaşlı kadın nefes almak istiyordu.
Masadan kalktı. Görümcesini şöyle bir selamlayıp, dışarı çıktı. Karlar
içindeki ana caddede nehre doğru yürüdü. Az sonra İsar üzerindeki köprüde
durmuş, köpüre köpüre akan azgın suları seyrediyordu.
www.ahmet-arpad.de
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder