25 Eylül 2005

Çanlar kimin için çalıyor?

Cumhuriyet 25.09.2005
AHMET ARPAD
STUTTGART

Almanya'da tam 2200 cami ve mescit var. Yetmişli yılların başında sayıları otuzu geçmezdi. Bu 2200 caminin sadece üçte biri, Anayasayı Koruma Örgütü'nün verilerine göre ülkedeki Türk Müslümanlarının yüzde 80'ini temsil ettiği söylenen Diyane t'in! Bunun çeşitli nedenleri var. Azınlığın temsilcisi Milli Görüşçüler, Süleymancılar, Nurcular resmi makamlardan, kiliselerinde desteği ile rahatça yapı izni alırken ''Ankara'nın etkisindeki bir dinin temsilcileri'' dedikleri Diyanet camilerine hep zorluk çıkarılıyor. En son örneğini birkaç yıldır Stuttgart-Esslingen'de yaşıyoruz. Bu küçük kentte Milli Görüş ile çok iyi anlaşan belediye, Diyanet camisinin büyütülmesine çeşitli nedenler bularak sürekli engel oluyor. Bu sorunlar Pforzheim ve Mannheim Diyanet camilerinin yapımında da yaşanmıştı. Almanya genelinde tüm camilerimizin başka bir sorunu da minareler. Kimi yerde minareye hiç izin vermiyorlar, kimi yerde de ancak kısacık bir minareyi kabulleniyorlar. Günde beş vakit ezan okunmasına ise hiç izin verilmiyor. Şu sıralar Stuttgart'ta geleneksel şarap bayramı var! Uzun yıllardır tanıştığım doğubilimci bir Türk dostla Schiller Alanı'nda oturmuş, üç kemancının çaldığı Viyana müziğini dinliyor, yörenin güzel şaraplarını yudumluyorduk. Sohbetimiz dereden tepedendi. Birden çanlar çalmaya başladı. Stift kilisenin tepemizdeki dev çanları çok gürültülüydü. Bir süre susmak zorunda kaldık. Söylediklerini anlamıyordum. Az sonra, çanlar sustuğunda, konumuz değişiverdi. ''Bizimkilere ezan okutmuyorlar, kendileri gece gündüz, saat başı, kimi yerde her yarım saatte bir bu çanları çalıyorlar!'' diye biraz öfkeli konuştu dostum. ''Ülke onların, istediklerini yaparlar'' diye karşı çıkmak istedim. ''Çan ne İsa'nın emridir ne de İncil'de yeri vardır'' diye atıldı dost. Söylediğine göre çan çalma geleneği İsa'dan 1200 yıl sonra başlamış. Tarlasında çalışan köylüye dua saatini anımsatmak için. ''Sonra Katolik ve Ortodokslar sayesinde dallanıp budaklanmış'' diye heyecanla devam etti; ''Azizlerin doğum, şahadet yıldönümlerini, mucizelerini anmak; insanları düşmana, genellikle Türklere karşı duaya çağırmak için de çalmaya başlamışlar.'' Ancak günümüzde her saat başı, kimi yerde gece yarısı bile çalınmasını pek anlamıyordum. ''Evinin 20-30 metre ötesinde bir kilise olan yandı demektir'' diye konuşmasını sürdürdü dostum. ''Adamcağız çan sesini bütün gün çekmek zorundadır. Ne kadar dava açarsa açsın, çan sesinin dayanılmaz olduğunu bilirkişi raporları ile kanıtlasın, hiçbir mahkeme ona hak vermez Almanya'da!'' Çünkü çan sesi bir liturya kabul ediliyormuş. Dayanamadım: ''Peki, bize niçin günde beş kez ezan okutmuyorlar?'' diye gülümseyerek sordum. O da gülümsedi. ''Korkuyor olacaklar! Nobel ödüllü Naipaul , İran'dan Malezya'ya İslam ülkelerini gezdikten sonra ne demiş biliyor musun? 'İslamın girdiği yerde Araplaşma başlar!'..." " Ben yine de ısrarla sormaya devam ettim. ''Fakat ezan kilise çanından daha dinsel değil mi?'' Açıkladı: ''Rivayete göre ezan istişareler sonucu belirlenmiş ve peygamberin onayını almış. Ezanın metni Kuran ayeti filan değildir, peygamberin sözü de değildir. Fakat dinsel olarak kilise çanından daha önemlidir. Arapça olmasına karşın ezan bir manifestodur...'' Benim kafamı yıllardır kurcalayan başka bir şey daha vardı. Fakat Schiller Alanı'nda şaraplarımızı yudumlar, sıcak eylül güneşi iliklerimizi ısıtırken bunu doğubilimci dosta sorup kafasını daha çok karıştırmak istemedim. Onların Türkiye'de liseleri, kültür enstitüleri, lisan kursları, kütüphaneleri varken acaba 2.7 milyon insanımızın yaşadığı Almanya'da bizler 2200 cami ve mescidin yanı sıra niçin tek bir Türk kültür enstitüsü, lisesi ya da üniversitesi açmamışız?
 
www.ahmet-arpad.de

4 Eylül 2005

Genç Adolf'un Viyana yılları

Cumhuriyet 04.09.2005
AHMET ARPAD
VİYANA

Viyana'ya trenle gelip de Batı İstasyonu'nda adımınızı kente attınız mı kendinizi günümüzde değil onlarca yıl geride hissedersiniz. Gerek istasyon ve çevresi gerekse kentin merkezine doğru uzanan Mariahilfer Caddesi ve ona açılan sokaklar düşl ediğiniz, filmlerden tanıdığınız romantik Viyana değildir. Sokaklarında geçmişi yaşadığınız mahalleler Stefan Katedrali ve opera çevresine kıyasla 30- 40 yıl geri kalmış bir Doğu Avrupa kentidir sanki. Genç Adolf, Viyana'nın bu semtine adım attığında 16 yaşındaydı. Doğup büyüdüğü küçük kentin sıkıcı havasından kurtulmak, başka şeyler görmek, yaşamak istiyordu. Dul annesinin verdiği cep harçlığı ile Viyana'da haftalar geçirdi. İnsanların çokluğu, geniş bulvarlar, binlerce otomobil, kamyon ve fayton onu şaşkına çevirdi. Viyana'nın tarihi yapılarına, kiliselerine, müzelerine, kahvelerine hayran kaldı. Başkentin cadde ve sokakları ışıl ışıldı. Evleri de elektrikle aydınlatılıyordu. Kavgacı babası öldüğünde 13 yaşındaydı. Ertesi yıl notları kötü olduğu için Linz ortaokulunu terk etmek zorunda kalmıştı. Annesine çok bağlıydı, babasını ise hiç sevmemişti. Okuldan ayrıldıktan sonra bir işe girmez, çıraklık eğitimine de başlamaz. Sanatkâr olmaktı niyeti. Sonunda annesini kandırır ve Viyana'ya kapağı atar. Kısa süre sonra arkadaşı Kubizek' e yolladığı kartpostalda şöyle yazar: ''Geçen gün saatlerce gezindim, opera binasını, parlamentoyu ve Ring Caddesi'nin yapılarını seyrettim. Yarın Tristan, ertesi gün de Uçan Hollandalı operalarını izleyeceğim. Bu akşam da Şehir Tiyatrosu'na biletim var...'' Bir ay sonra Linz'e döner, fakat aklı hep Viyana'dadır. Başkent onu mıknatıs gibi çekmektedir. Annesini kandırır ve ressamlık eğitimi için Güzel Sanatlar Akademisi'nin sınavlarına girmek üzere tekrar Viyana'nın yolunu tutar. Önce kendine kalacak bir yer bulmak zorundadır. İstasyon yakınında, Mariahilf Caddesi'ne açılan Stumpfergasse 31 numarada, karanlık arka avluya bakan bir oda bulur. Ev sahibi, hiç evlenmemiş terzi Maria Zakreys' tir. Bohemyalı kadının ayda 10 krona kiraya verdiği başka odalar da vardır kaldığı katta. Tuvaleti ve duşu diğer kiracılarla ortak kullanır. Odasının penceresinden gökyüzü görünmez. Akademiye giriş sınavlarını başaramayan delikanlı, operadaki Wagner oyunlarını kaçırmaz. Kısa süre sonra Stumpfergasse'deki odasından ev sahibine borç takarak ayrılır ve birkaç sokak ötede, Felber Caddesi 22 numaradaki, günümüzde de hâlâ oda kiralayan bir pansiyona yerleşir. Annesinin yolladığı harçlık ve çizdiği kartpostalları satarak geçinmeye çalışır. Sınavları da bir türlü başaramamaktadır. Birkaç ay sonra kaldığı pansiyondan da ayrılır. O günden sonra genç Adolf orada burada konaklar. Kimi zaman bir oda kiralar, kimi zaman pansiyonlara gider, kimsesizler ya da erkekler yurdunda da yatıp kalkar. En son kaldığı yurdu 8 saat uykudan sonra terk etmek zorundadır. Çünkü yatağını başkalarıyla paylaşmaktadır. Bu yaşam da tam 3 yıl sürer. Toplumun dışlamış olduğu insanlar arasında geçirdiği yaşam, genç Adolf'un politik dünya görüşünü giderek etkiler, onu radikalleştirir. Başarısızlığının ve sorunlarının nedenini kendinde değil başkalarında aramaya başlar. Suçladığı bu insanlar Adolf'un gözünde düşmanlarıdır. O yılların Viyana'sında Yahudi düşmanlığı başını almış gitmektedir. Adolf, çevresinin de etkisiyle çok kitap okumaya başlar. Çoğu antisemit içerikli, Yahudi sermayesinin gücünü anlatan kitaplardır. Günü gününe yaşayan, para sıkıntısı çeken, dostları toplumun ittiği insanlar olan bu genç için ''tehlikeli'' şeylerdir okuduğu kitaplar. ''O yıllarda okuduklarım bugünkü bilgimin temelini oluşturmakta'' diye yazar ileride Kavgam'da. İdeolojisinin temellerini Viyana yaşamında atar. Aşırı nasyonalist gazete ve dergilerde yazanları yutar. Bu arada Birinci Dünya Savaşı'yla ülkede monarşi sona ermiş, onlarca yıldır bir arada yaşayan etnik toplumlar bölünmüş, milliyetçilik ruhu kendini göstermeye başlamıştır. Artık Çekler, Polonyalılar, Macarlar ve Sırplar birbirlerini düşman görmektedir. İşte bu ortamda kavrulur genç Adolf! 14 Mayıs 1938'de Viyana'ya döndüğünde o bir ''Führer'' dir. Kahramanlar Alanı'nda coşkulu yüz binlere konuşur. Viyana'yı Türk işgalinden kurtarmış olan Prens Eugen' in heykeli tepesinde haykıran Hitler' i yüz binler suskun dinler. 3 ay önce, 15 Mayıs günü, insanlar yine coşkuluydu Kahramanlar Alanı'nda. 1955'te Avusturya'nın özgürlüğüne kavuşmasının 50. yılını kutladılar. Hitler'in konuştuğu balkondan koskoca bir kara örtü sallandırdılar. ''Nasyonal sosyalizm kurbanlarının anısına'' yazıyordu dev harflerle üzerinde.
 
www.ahmet-arpad.de