27 Şubat 2005

Mavi gözlü, sarışın üstün ırk...

Cumhuriyet 27.02.2005
AHMET ARPAD
STUTTGART

Resmi açıklamalara inanmak gerekirse 2050 yılına gelindiğinde Almanya'da 25 milyon daha az ''safkan'' Alman yaşayacak. Yaşam koşulları son 15 yılda zorlaşan ülkede insanların giderek evlenmekten ve çocuk doğurmaktan kaçınması Almanya'yı yönetenleri korkutuyor. Bu ''ürkütücü'' nüfus gerilemesini nasıl önleyeceklerini bilmiyorlar. Bundan 70 yıl önce de yönetenlerin benzeri bir sorunu vardı! Birinci Dünya Savaşı'nın ardından ve yaşam koşullarının zorlaştığı 20'li yıllarda Almanya'da nüfus büyük bir hızla azalmaya başlamıştı. 1933'te başa geçen nasyonal sosyalistler safkan Alman ırkının geleceğini güvenceye almak için doğum oranının bir an önce artması gerektiğini kafalarına koymuştu. Bu nedenle de Hitler 'in sağ kollarından Heinrich Himmler , emri altındaki SS'lere 1935 yılında ''Lebensborn yurtlarını'' kurdurtmuştu. Evlilik dışı ilişkiler sonucu hamile kalanların kürtaj yapması da yasaklanınca kadınlar çocuklarını artık Lebensborn'larda dünyaya getirmeye başlamıştı. Ancak doğumun ardından annelerinin elinden alınan çocukların yetiştirilmeleri devlet sorumluluğu altına girmişti. ''Sağlıksız ve yaşaması gereksiz olanlar'' ise özel kliniklere sevk ediliyordu! Savaşın başlamasıyla Himmler, işgal edilen ülkelerde görev yapan tüm SS'lerle yüksek rütbeli polislere yolladığı bir emirle onlardan, ''sınır ötesi görevlerinde geleceğin Alman neslini unutmamalarını'' talep etmişti. SS subaylarının yabancı kadınlarla yapacağı evliliklerden veya evlilik dışı ilişkilerden dünyaya gelecek çocuklar devlet güvencesi altındaydı. ''Ülkenin parlak geleceği için safkan, güzel ve sağlıklı bir üstün Alman ırkı yetiştirmekti Nazilerin kafasından geçen'' diye yazıyor Dorothe Schmitz-Köster, ''Alman Anneler Hazır mısınız?'' adlı kitabının önsözünde. Himmler politik amaçlı bu emriyle yakışıklı SS subaylarını zinaya teşvik ederken evlilik dışı ilişkileri de yasallaştırmıştı. Özellikle Norveç, Belçika ve Fransa'da da bu amaçla 13 Lebensborn yurdu açılmıştı. 1945'e kadar Almanya'daki yurtlarda ''safkan üstün ırk'' ideolojisine uygun 8 bin çocuk dünyaya gelmişti. Norveç'te babası SS subayı olan çocukların sayısı 12 bin idi. Himmler'in bu ülkeyi çok önemsemesinin ve adamlarına ''Çok sayıda Norveçli kadınla ilişkiye girin'' diye emir vermesinin nedeni, Norveçlilerin ''güzel ırk'' Vikinglerin torunu olduğuna inanmasıydı. İlerleyen savaş yıllarında Himmler'den gelen bir emirle askerler Polonya, Fransa ve Yugoslavya'da Alman'a benzeyen küçük çocukları kaçırmaya başlamıştı. Almanya'ya getirilen ve çocuksuz Nazi ailelere evlatlık verilen bu çocukların sayısı belli değil. Nazilerin düşündeki Alman'a uyması için en önemli ölçütlerden biri kafatasıydı. Alnı ile başının arkası arasındaki mesafe ne kadar uzun olursa çocuk o kadar çok ''gerçek'' Almandı! Nazi dönemi üzerine araştırmalar yapan soybilimci Hans-Peter Wessel yaptığımız bir sohbette, ''Almanya'da kafatası ölçmek Nazilerden önce başlamıştı'' dedi. ''Teyzem İrma 1924'te ortaokuldayken müdür yardımcısı Dietrich Klagges bütün çocukların kafatasını ölçmüş. Nasyonal sosyalist ideolojiyi Almanya'ya Hitler getirmemiştir. Sonraki yıllarda Braunschweig eyaleti içişleri bakanı olan Klagges, Avusturyalı Hitler'in 25 Şubat 1932'de Alman pasaportu alabilmesinde de büyük rol oynamıştır.'' Savaş yıllarında Danimarka'da 6 bin, Belçika'da 40 bin, Hollanda'da 50 bin kadın, Alman babadan çocuk doğurmuştu. Fransa'da ise tarihçi Fabrice Virgil 'in yeni bir araştırmasına göre SS subayları geride 200 bin çocuk bırakmıştı. Uzmanlar günümüzde 1 milyon Fransızın babasının ve dedesinin Nazi askeri olduğunu iddia ediyor! SS arşivlerine göre Rusya'da da ''birkaç yüz bin çocuk'' Alman babadan. Savaş bitiminde Lebensborn yurtları, buradaki anasız babasız çocuklar ortada kalmasın diye kapatılmamıştı. Çocuk sağlığı uzmanı Profesör Hellbrügge , Münih yakınlarındaki Steinhöring yurdunu gezdiğinde burada sadece sarışın, mavi gözlü ve güzel çocuklarla karşılaşmıştı. Ancak hepsi dalgın, suskun, içine kapanıktı. Hellbrügge 20 yıl geçtikten sonra o çocukları tekrar bulmuştu. Çok az ''Lebensborn'' çocuğu ilkokulu bitirebilmişti. Bitirenler de bir baltaya sap olamamıştı. Sarışın güzel çocukların zekâsı en alt düzeydeydi. Sinir sistemleri bozuk, seks yaşamları sıfır, suç işlemeye çok yatkın insanlar bulmuştu Hellbrügge. Nazilerin ''safkan üstün ırk'' düşü gerçekleşmedi! 21. yüzyılın ortasına gelindiğinde 50 milyon safkan Alman'a karşı 25 milyon yabancı kanlı insan yaşayacak bu ülkede! Bu gelişmeyi durdurmak hemen hemen olanak dışı...
 
www.ahmet-arpad.de

6 Şubat 2005

Tiyatrolar kenti Viyana

Cumhuriyet 06.02.2005
AHMET ARPAD
VİYANA
Johann Strauss' un ''Yarasa'' opereti ile Volksoper'de coşuyor insanlar. Sahneden sıçrayan kıvılcım onları çoktan tutuşturmuş. Seyircilerle sanatçılar bütünleşmiş. Melodiler, şarkılar salondan dışarı taşıyor. Az sonra perde alkışlarla iniyor. 1898'den bu yana Viyanalıların operetler ile coştuğu Volksoper salonu 1400 koltuklu. Perde hemen hemen her akşam açılıyor. Yılda tam 300 kez. Tramvaylara, taksilere koşanlar hızla salondan çıkıyor. Vestiyerdeki yaşlı kadınla adam lodenleri, kürkleri uzatıyor. Benim acelem yok. Sabırla bekliyorum palto kuyruğunda. Tiyatro boşalıyor. Salonun, koridorların ışıkları sönüyor. Az sonra kendimi soğuk bir Viyana akşamında buluyorum. Tuna'dan gelen buz gibi rüzgâr kenti sarmış. Kaşkolümle yüzümü örtüp tramvay durağına yürüyorum. Viyana'da akşamlar operaların, operetlerin ve tiyatroların. Kent bir tiyatrolar kenti. Her akşam otuzun üzerinde salonda perdeler açılıyor. Az sonra tramvayın camlarından Burg Tiyatrosu'nun ışıkları görünüyor. Alman dili konuşulan ülkelerin en başarılı tiyatrolarından.

Stuttgart Devlet Tiyatrosu'ndan Viyana'ya gelip, uzun yıllar Burg'u yöneten ünlü rejisör Claus Peymann şu sıralar Berlin'de de başarıdan başarıya koşuyor. Thomas Bernhard âşığı Peymann çılgın ve inatçı biri. Her türlü entrikaya karşın Burg Tiyatrosu'ndan ayrılmamıştı. Çünkü Viyana seyircisi onu istiyordu. Opera durağında inip Kaertner Caddesi'ne doğru yürüyorum. Saat 11'i geçiyor. Sokak aralarındaki lokanta ve şaraphaneler müşteri dolu. Tiyatrodan, operadan çıkan şarabını yudumlamadan, dostlarıyla sohbet etmeden evine gitmez. Akşamın bu geç saatinde neşeli ve mutlu insanlar Kaertner Caddesi'nde geziniyor, ışıl ışıl vitrinlerin önünde duruyor. Ara sokaklar ise dar ve ıssız. Lambaların güçsüz ışığında kaldırımlar boş. Dükkân kepenkleri çoktan inmiş. Kapı içleri ürkütücü. Bir baston sesiyle irkiliyorum. Başımı çevirip arkama bakıyorum. Yaşlı bir adam. Bir elinde köpeğinin tasması, öteki elinde bastonu. Kendisi gibi zor yürüyen şişman köpeği peşinde akşamın bu saatinde gezintiye çıkmış olmalı, diye düşünüyorum. Katedrale açılan dar sokaklarda her şey nedense ürpertici. Ellerimi cebime sokup, hızla yoluma devam ediyorum. En iyisi pansiyona dönmeden önce Havelka'ya girip sıcak bir kahve içmeli. Stephan Alanı insanlarla dolu. Burası günün her saatinde kalabalık. Katedralin kocaman kapısına sığınmış gençler müzik yapıyor, şarkılar söylüyor. Günümüz Viyanalısı güler yüzlü, şakacı, sevecen. Sokaklarda, parklarda, kahvelerde beğeni ürünü giysileri çarpıcı renkli kadınlar ve erkekler keyifli. Genç kızların gülüşlerinde müzik... ''Savaş sonrası 1948'de ilk kez geldiğim 'Üçüncü Adam' Viyana'sı üzgün ve asık suratlı insanlar kentiydi,'' diye anlatırdı babam. Her yıl haftalar geçirdiği bu Tuna kentine âşıktı. Nadir Nadi Bey de Dostu Mozart' ın kenti Viyana'ya âşık olanlardandı. Anımsadığım kadarıyla eşiyle operanın karşısındaki Bristol Oteli'ne inerdi. Viyana insanının sanatçılara ve düşünürlere verdiği değer sonsuzdur. Toplumun gerçek temsilcilerinin onlar olduğunu bilir. Viyana'da anıt-mezarlar sanatçı ve düşünürlerden başkasına yapılmaz.
 
www.ahmet-arpad.de